Şato gibi büyük, gösterişli çok odalı bir malikanenin büyük yekpare, çok kaliteli bir ahşap kapıdan içeri giriyorsunuz. Müthiş bir zenginlik gözlerinizi kamaştırıyor. Zevkli büyük, ışıltılı avizeler, ayna gibi cilalı granit zemin ve hizmetkarlar la karşılanıyorsunuz. Fakat bu kadar büyük zevk ve zenginliğin olduğu evde bir şeyler garip geliyor girer girmez.
Belli ki evde küçük çocuklar var diyorsunuz içinizden. Sonra bir üst kattaki küçük salon dedikleri yere geçiyorsunuz. Küçük dedikleri salon nerdeyse olimpik havuz. Yine bir gariplik var bu zenginliğin içinde. İlk kattaki o şatafatlı girişten itibaren her yerde basit, pazarlarda satılan plastik ördek, kuş, kamyon ve bebeklerle ilerleyerek o küçük “büyük” salona vardık. Durum aynı gariplik de. Her yerde oyuncaklar var. Evet çoook kaliteli olan oyuncaklarda var ama çoğunluğu basit plastik kuş, civcivlerden. Üstelik düzensiz dağılmış biçimde her yerdeler. Çok garipsiyorum ama açıklayamıyorum.
Görüşeceğim beyefendi üst düzey bir yönetici. Anlayacağınız gibi bu kimlikle bu dağınıklık örtüşmediğinden garip geliyor. Az bir beklemeden sonra beyefendi göründü kapıdan. Son derece şık ve kaliteli lacivert bir takım elbise, kar beyazı bir gömlek ve yine çok kaliteli bir kravatla moda dergilerinden fırlamış gibiydi.
Fakat gariplikler yine içimde çarpışıyor, aklımdan geçenlerin gürültüleri arasında ne yapacağımı bilemez olmuştum. Manzara traji- komik bir hal almıştı. O şık genel müdür beyefendi elinde küçük plastik bir itfaiye arabasıyla oynayıp siren sesi çıkarmaya başlamıştı.
Bir yandan da yerlere saçılmış oyuncaklar arasından su tabancasına uzanıp bana da su sıkmaya çalışıyordu.
Buraya kadar sıkılmadan okuduğunuzu ümit ederim. Bunları neden mi anlattım? Tabi ki açıklamak istediğim şeylere bir misal verebilmek için yaptım bu tasviri. Nasıl anlaşılmaz bir şato değil mi?
Bizler çocukluk yıllarımızdan ergenlik ve yetişkinlik dönemlerine geçerken yaşımıza uygun olarak ilgi ve alakalarımız değişir. Oyuncaklarımızı ya veririz ya da atarız. Hatıra kabilinden belki 1-2 sini saklarız ama sepet sepet oyuncağı da saklamayız değil mi?
Yetişkinlik dönemlerinde hala çocukluk dönemi oyuncaklarıyla oynayan genel müdür de olsa her halde bir sorun olduğunu ruh sağlığı profesyoneli olmadan da söylersiniz sanırım.
Bizler Erikson’un söylediği gibi 8 gelişimsel evreyi yaşamımızda sağlıklı olarak geçirip geçirmediğimizi gözlemleyebiliyoruz. Eğer çocukluk, ergenlik dönemi basamaklarındaki yaşantılarda takılmamız varsa işte duygu dünyamızda ve savunma mekanizmalarımızda o muhteşem şatodaki çok yakışıklı genel müdürün oynadığı plastik oyuncak gibi komik hallere düşüyoruz ve üstelik de bu durumu fark edemeyip, kendisine gülen, ciddiye almayan komik bulanları da anlayamıyoruz.
Bazı davranışlarımızın nedeni olan duygularımız çocukluk yıllarımızda nasılsa öylece kalabiliyor. Yani sosyal hayatta “çocuk gibi küstü, çiğ bir adam/ kadın, hala ergen gibi “ lafları ile anılan kişiler işte bu çocuklukta ya da ergenlikte takılı kalıp, beden yaşının duygulanım ve tepkilerini öğrenemeyenler için söylenir. Bu kişilik tipleriyle sağlıklı ve olgun yetişkin ilişkisi geliştirmek çoğu zaman mümkün olmaz. Al arabanı, küstüm, ver arabamı, seni babama/ patrona/ savcıya/ mafyaya söyleyeceğim, benim babam / arabam / evim/ param seninkini döver….vs. tarzında muhabbete çok uzun süre katlanamazsınız. Böyle bir insanla evliyseniz muhabbetle sohbette derinleşemez, sorumluluk almalarını bekleyemezsiniz. İş arkadaşınızsa yine ufak şeylerde bile sorun çıkarıp, kişisel, seviyeli profesyonel bir iş arkadaşlığı geliştiremezsiniz.
Kendini göremeyen insan bu gelişimsel takılmasından da haberdar değildir elbet. İnsan kendisine ayna olacak ilişkiler geliştiremezse kendini göremez ve olgunlaşamaz. Kendine el olmuş bir insan vardır karşımızda. Gerçek potansiyelinin, kabiliyetlerinin farkında olamaz. Geçinilmesi, diyalog kurulması zordur. Bu sebeple yalnızdır. “HEP bana bunlar oluyor- HİÇ beni sevmiyorlar” gibi genellemelerle dışlandıklarından bahsederler. Yalnız, üzgün ve alıngandırlar.
Hayattaki bu takılmalarımız aslında bize, bizi tanıştırmak içindir. Görmezden gelirsek kendimizle tanışma fırsatlarını ıskalamış oluruz. Bu az gelişmiş duygu ve davranışlar dışardan değil içerdeki bizden düzeltilmelidir. Büyümek için çocuk kalan duygularımızla yüzleşip, plastik oyuncaklarımızla, takım elbiseyle, o muhteşem şatoda oynadığımızı fark etmeliyiz. Tek çözüm kendimizle ne halde olursak olalım, korkmadan tanışmalı, yüzleşmeliyiz. Bize oyuncaklarımız gösterildiğinde düşünmeli, aynalarla barışmalıyız. Geri bildirimlere uyanık olmalıyız ki kendimize olan yabancılığımız, aşina, tanıdık, dost yüzlere dönüşsün.
Kendimizle barışırsak, dışardaki insanlarla da barışacağımızı göreceğiz. Artık mızmızlanmadığımız için, ortamı algılayabilen ve gerekli nesnel düzeltmeleri yapıp oyuncaklarımızdan da vaz geçtiğimiz de garanti ediyorum ki yalnızlığımıza veda edip, işimizde, evde, dostlarımızla muhabbetli sohbetlere davet edileceğiz.
Kendinize Merhaba deyin ve yeni BENinizle tanışın, tanıyınca onu çok seveceksiniz.
Uzm.Psikolojik Danışman
Şenay Çetin