Bir varmış, Bir yokmuş…
Evvel zaman içinde bir İnsan varmış.
Bu İnsanın derdi varmış.
Çünkü İnsan kaybolmuş.
Öyle büyük bir yolculuğa çıkmış, öyle uzaklara gitmiş ki insan arkasına dönüp baktığında izlerini bulamaz olmuş.
Geldiği yönü kaybetmiş.
Geldiği yönü kaybetmiş de gideceği yönü bulmuş mu?
Bir varmış, Bir yokmuş…
Evvel zaman içinde bir İnsan varmış.
Bu İnsanın derdi varmış.
Çünkü İnsan kaybolmuş.
Öyle büyük bir yolculuğa çıkmış, öyle uzaklara gitmiş ki insan arkasına dönüp baktığında izlerini bulamaz olmuş.
Geldiği yönü kaybetmiş.
Geldiği yönü kaybetmiş de gideceği yönü bulmuş mu?
Her dokunuş, test ediş ayrı ayrı hüsran, kaygı olarak dönüyor İnsana.
Çünkü ne aradığını bilmiyor.
Hep dahası geliyor istek ve arzuların.
Tanıdık gelmiyor, aradığımız lezzeti vermiyor.
Sanki gözlerimiz bağlı, kulaklarımız sağır olmuş da kaybolmuşuz.
Sadece çılgınca yürüyor İnsan sanki.
Çarpa çarpa, kıra döke, kırıla kırıla yolda.
Acısının farkında İnsan!
«Her şeyim var ama mutlu değilim!» diyor sonra!
Gerçekte İnsan mutluluğu tatmış mı acaba?
Mutluluk diye öğrendiklerine sahip olduğunda acıyı, kaygıyı hissediyor.
Gerçekte ilk öğrendiğimiz mutluluk neydi acaba?
Bir düşünse İnsan…
Acaba mutluluk diye tanımladığım ilk şey neydi dese?
Doymak mıydı acaba insana ilk kodlanan mutluluk?
Sonra ???
………………………
Bakın, iyi düşünün neydi acaba İnsanın ilk mutlulukları…
Yazarken uzun uzun düşünmem gerekti biliyormusunuz?
Mola verdim, kahve içtim…
Sonbahar yapraklarını ve çıplak dalları uzun uzun seyrettim…
Aklıma gelen pek çok şeye, hayır bu değildir deyip yeniden içime dönmem gerekti.
Sizlerde bu satırları okurken eminim bir durmuşsunuzdur benim gibi…
Şimdilik hissettiğim ilk mutluluğu «sevgiyle dokunulmak» olarak yakaladım bilinç dışımdan.
Farkındalık alanıma taşındı, öne çıktı «sevgiyle dokunulmak, kucaklanmak»…
Ara verdim yine yazmaya ….
Emin olamadım…
Yine kalktım….
Bir göz attım çıplak ormana, odun attım şömineye…
Bunları yaparken de ‘yazına dönmen lazım neden kendine iş buluyorsun ‘dedim.
Kaçış tı! Yine yakaladım kendimi…
Ne zormuş mutluluğun başlangıcına yolculuk..
Bir yanım mutluluğu tensel kucaklama diye tanımlamaya hazırken, diğer bir düşüncem derinden « hayır bu olamaz, daha başka bir şeyler olmalı.» dedi.
Öyle olsaydı Şems kalkıp Tebrizden yola çıkıp bir dost aramazdı. Kucaklayan birilerini bulurdu Tebrizde elbet dedi.
İşte bu düşünce beni yeniden dehlizlerime inmeye zorladı.
Düşünsel, Duygusal temasa geldi mutluluğun tanımı…
Kedim bu arada kendini hatırlatıyor, klavyenin üzerine oturarak.
Sordum yeniden kendime..
Ne istiyor ki bu kedim benden.
Şöminenin yanındaki battaniyesi sıcak ve huzurlu.
Neden klavyeye gelip oturuyor, ne istiyor benden…
Koluma başını koyup yazmamı engelliyor, gövdesini göğsüme yaslayıp mırlıyor.
Sadece sıcak aramadığını anlayabiliyorum.
Sadece yumuşak bir şey aramadığını da battaniyesini tercih etmediğinden anlıyorum…
İşte bu düşünce beni yeniden dehlizlerime inmeye zorladı.
Düşünsel, Duygusal temasa geldi mutluluğun tanımı…
Kedim bu arada kendini hatırlatıyor, klavyenin üzerine oturarak.
Sordum yeniden kendime..
Ne istiyor ki bu kedim benden.
Şöminenin yanındaki battaniyesi sıcak ve huzurlu.
Neden klavyeye gelip oturuyor, ne istiyor benden…
Koluma başını koyup yazmamı engelliyor, gövdesini göğsüme yaslayıp mırlıyor.
Sadece sıcak aramadığını anlayabiliyorum.
Sadece yumuşak bir şey aramadığını da battaniyesini tercih etmediğinden anlıyorum…
Maslow ve Jung geldi aklıma.
Jung her şeyi bırakıp 7 yıl, içine, göremediği yanına yolculuk yapmıştı.
Canavarlar, dehlizler, karanlıklar çıkmıştı karşısına.
7 yıl anlamaya çalışmış karanlık yüzünü, alt bilinç dışını.
Jung deliliği test etmiş, göze almış…
Kendini tanımak istemiş.
Yolculuğa çıkmış, kaybolabileceğini bildiği halde.
Ama zaten bu dünyada kayıp hissetmiş ki kendini aramaktan geri durmamış.
Maslow da İnsanın Kendini Gerçekleştirmesi en zirve mutluluğu demiş.
Yemeği, barınağı, uykuyu, güveni, onaylanmayı piramitin altına koymuş da Kendini gerçekleştirmeyi insanın gerçek mutluluğu demiş.
Hz. Muhammedin söylediklerinden vazgeçmesi için kendisine sunulan zenginlikleri elinin tersiyle itmesi de inandığı gerçek mutluluk içindi.
Öyle güçlü ki hedefine yönelişi, «Bir elime Güneş’i, diğer elime Ay’ı verseler de doğrularımdan vazgeçmem.» noktasına gelmiş.
Peki biz para, mal, mülk, modayı neden mutluluk sanmışız?
Sahiden bu zenginliklere sahip İnsan mutlumu?
Toplum bize ne öğretiyor diye düşünmeden edemedim.
Pek çok kez mazhar olduğum bir Ata Sözü geldi aklıma hemen.
«karnın tok, sırtın pek sen daha belanı mı istiyorsun?»
Evet, ne istiyor İnsan?
Şenay Curali Çetin
Psikoterapist