Uzun zamandır bu konuda yazma gereği duyuyordum. Kitabımda ve makalelerimde bu konu üzerinde üstü kapalı durmuşluğum çoktur ancak sadece bu konu ile ilgili makale yazmak, karşıma çıkan insanlardan elde ettiğim gözlemler neticesinde toplumumuzda fazlaca gördüğümden gereklilik oluşturdu.
Bilimsel olgular neticesinde normal kabul ettiğimiz insanın yaradılış süreci içindeki psikolojik-sosyolojik-fizyolojik gelişim evrelerine kısaca bir göz atalım. Literatürde çok önemli bir yer kaplayan psikososyal gelişim kuramına göre bakacak olursak: ( kaynak: literatür toparlaması yaptığı için, https://www.google.com/amp/s/www.mentalup.net/amp/blog/psikososyal-gelisim-kurami-nedir-evreleri-nelerdir sitesi meslektaşlarımıza teşekkür ederiz)
PSİKOSOSYAL GELİŞİM EVRELERİ
1.Gelişim Evresi: Temel Güven Karşısında Güvensizlik (0-1,5 Yaş)
Birinci gelişim evresi, bebeğin ağız yoluyla (tadarak) öğrenme dönemini kapsar. Bu yüzden bu evrenin adı ORAL DÖNEM verilmiştir. Yeni doğan bebeklerin birinci hedefi ağız yoluyla anne memesini aramak ve emmektir. Oral dönemde anne-babalar çocuklarını periyodik aralıklarla ve düzenli olarak beslemelidirler. İhtiyaçları güvenle karşılanan bebek ilerleyen yaşlarda daha umutlu ve pozitif olur.
Yaklaşık 6. Ayından sonra diğer motor becerileri gelişmeye başlayan bebekler dokunmayı, tutmayı, ısırmayı öğrenirler. Bu da onlar için yeni deneyimler demektir. Yavaş yavaş dişleri çıkmakta olan bebek kendi parmağını ısırmanın acı verici bir deneyim olduğunu öğrendiğinde bir daha parmağını ısırmaz. Aynı şekilde anne memesini ısırdığında memenin o an kendisinden kaçırılıyor olmasını deneyim edinir ve bu davranışını azaltma eğilimi başlar.
Çevresine verdiği etkilere (örn: ısırmak) karşı tepki alan bebek, kişilik olgusu hakkında ilk temellerini atar; kendi varlığını hisseder.
Bu dönemde bebeğin beklentileri: İlgi, sevgi, yeme-içme ve rahatsızlık verici durumların (örn: poposunu acıtan bez) ortadan kaldırılmasıdır. Ebeveynler, bebeğin bu beklentilerini sağlıklı bir şekilde, aksatmadan karşılarsa bebekte güven duygusu gelişir. Gelişen güven duygusu, çocuğun ilerleyen yaşlarda hayata bakış açısını etkileyebilecek düzeye ve öneme sahiptir. Bu dönemde güvensizlik hisseden bebek ileride hayata karamsar bakabilir.
Yine takip eden süreçte bebek ebeveynlerini göremediğinde bununla baş edebilir. Yani o an anne-babası yanında değil diye terk edildiğini düşünmez. Bu baş ediş, çocuğun ilk sosyal başarısı olarak kabul edilir.
Birinci evre olan 0-1,5 yaş döneminde çocuğun olumsuzluklarla karşılaşması, ihtiyaçlarını giderememesi ve güvene dayalı problemler yaşaması, ilerleyen yaşlarda çok farklı problemlere yol açabilir. Bunlar: Karamsarlık, içe kapanık olma durumu ve alkol-madde bağımlığı şeklinde gözlemlenmektedir. Muhakkak böyle olacağı iddia edilmez ancak ihtimalleri güçlendiren bir durumdur.
2.Gelişim Evresi: Bağımsızlık Karşısında Utanç ve Şüphe (1-3 Yaş)
Çocuğun barsak (TDK: Bağırsak) ve kas kontrolünü sağlamayı öğrendiği dönemdir. Bu sayede idrarını tutabilir, istediği zaman idrarını yapabilir. O yüzden bu evreye ANAL DÖNEM denilmiştir. Çocuğun, zorunlu bir ihtiyaç üzerinde kendi kontrolünü sağlayabiliyor olması kendisiyle artık anlaşma yapılabileceğini gösterir. Bu dönemde inatçılık da baş gösterebilir.
İkinci gelişim evresi olan anal dönemde tuvalet eğitiminin doğru yapılması oldukça önemlidir. Çocuğu korkutan, tehdit eden, aşırı baskı uygulayan bir tuvalet eğitimi asla doğru değildir. Bununla birlikte, aşırı koruyucu davranışlar da çocukların kendi davranışlarını, kendi isteğiyle kontrol etmesini engelliyor. Anne-babaların bu gibi hatalı davranışları, çocuğun ileride utangaç ve şüpheci bir birey olmasına yol açabiliyor.
Yetişkin insanlarda gördüğümüz kompleksler birçok kez anal dönem evresinde yaşadıkları problemlerden kök almaktadır. Örnek olarak, insanlara şüpheci gözle bakan, kullanıldığını veya yönetildiğini düşünen, mükemmeliyetçi ve kuralcı davranan kişileri gösterebiliriz. Erik Erikson ’un psikososyal gelişim kuramına göre bu tür davranışların temelinde 2.evrede (1-3 yaş arası) yaşanan problemlerin etkisi vardır.
Bu dönemin diğer bir özelliği ise çocuğun tercihlerinde artık kendi iradesini kullanabilmesidir. Daha doğrusu, bu olması gerekendir. Eğer bu dönemde çocuğunuzun düşe kalka, deneye deneye tercihlerini yapılandırmasına ve özgür iradesini kullanmasına müsaade etmezseniz kişilik gelişimine olumsuz etki etmiş olursunuz. İlerleyen yaşlarda utanç duyma, kendini kötü bir birey olarak değerlendirme, fiziksel ve zihinsel yönlerini kötü görme gibi durumlar oluşabilir. Tüm bunlar, kuralcı ve katı bir kişiliğin oluşmasına yol açar.
Peki, tam tersi durumda ne olur? Çocuk, özerklik duygusunu ve kendi özerkliğini kendisinin denetlediğini hissedebilirse; bu hususta aileden olumlu destek ve motivasyon alabilirse ilerleyen yaşlarda güven duyan, saygı duyan ve adil davranan bir bireye dönüşebilmektedir.
3.Gelişim Evresi: Girişimcilik Karşısında Suçluluk (3-5 Yaş)
Çocuğun, kendini daha rahat ifade edebildiği, dil ve motor becerilerini daha iyi kullanabildiği evredir. Bu evreye faillik-ödipal dönem denilmiştir. Dönemin en belirgin özelliklerinden biri cinsel konulara olan meraktır. Bu dönemde çocuklar kendi cinsel organlarına dokunabilir, arkadaşlarının cinsel organlarına dokunabilir ve cinsel oyunlar oynayabilirler. Bunların tamamı meraktandır ancak bilinçsiz aileler bunun bir ahlak bozukluğu olduğunu düşünerek doğrudan çocuğu azarlama ve cezalandırma yoluna gidebiliyorlar.
Bu dönemde, merakları yüzünden aşağılanan, dövülen veya cezalandırılan çocuklar adeta yıkım yaşarlar. Bunun faturası ilerleyen yaşlarda ortaya çıkar. Cinsel problemlerin ve baskılanmışlığın kökleri genellikle 3-5 yaş dönemine dayanır.
3-5 yaş dönemi çocuğun, arkadaşlarıyla ilişkilerini yapılandırabildiği dönemdir. Yaş itibariyle biraz saldırganlık dürtüleri olabilir ancak bu isteği oyun veya oyuncaklarla tatmin edebilirler. Sağlıklı olan budur. Elbette bu hususta ailelerin rehberliği önemlidir. Baş edemediğiniz durumlarda pedagog desteği almanızı tavsiye ederiz.
Ebeveynler, çocukların kavga etmelerini bir suç değil; güçlü bir dürtü olarak değerlendirmeli ve olumlu yaklaşım sergileyerek önlemedirler. Şiddete eğilimi olan çocuğa sözel veya fiziksel şiddet ile terbiye uygulamak, olsa olsa şiddet eğilimini artırır. İleri dönemlerde ise başkalarının hayat görüşüne saygısı olmayan, çevresindekileri kendi görüşlerine uygun davranmaya zorlayan, egosu yüksek bireylere dönüşebilirler.
Bu dönem olumlu atlatılırsa, karşısındakine saygılı, sorumluluk sahibi birey olma yolunda güçlü temeller atılır.
Dikkat ederseniz evrelerde, yeni bir davranışın açığa çıkması ve bu davranışa gelen çevre (aile) tepkisi söz konusudur. Mesela, 3.gelişim evresi olan girişimcilik karşısında suçluluk evresinde cinsel merak var, karşılığında cezalandırılma veya olumlu bir şekilde yönlendirilme var. Şiddet eğilimi var, karşılığında ise cezalandırılma veya olumlu bir şekilde yönlendirilme var. İşte tüm bu yeni davranışlar ve yeni davranışlara verilen tepkiler çocuğun kişilik kazanımında etkili faktörlerdir.
Gelişim evrelerine 4.evre ile devam edelim.
4.Gelişim Evresi: Üretkenlik Karşısında Küçük Görülme-Aşağılık Duygusu (5-11 Yaş)
Okul öncesi eğitimi ve ilköğretim okul çağını kapsayan dönemdir. 5-11 yaş arası olan 4.gelişim evresine latent dönemi adı verilmiştir. Sosyal ilişkilerin geliştiği, öğrenme süreçlerine üretme süreçlerinin eklendiği dönemdir. Bu dönemde çocuklar, rol model belirlemeye eğilimlidir.
Bir işi kendi başlarına başarabildiklerini, gerektiği noktada nasıl yardım alabileceklerini ve başkalarına nasıl yardımcı olabileceklerini öğrenirler. Başarma duygusunun en çok haz verdiği ve en çok ihtiyaç duyulduğu dönemlerden biridir. Bu dönemi başarılı geçiren çocuklar aşağılık kompleksleri geliştirmeden, kendileriyle barışık ve yeterlilik duygusu içerisinde olurlar. Tam tersi durumda ise (Örnek: Okulda başarısızlık) kendilerini yetersiz bireyler olarak görebilirler.
Bu dönemde eğitim, okul başarısı oldukça önemlidir ve unutulmamalıdır ki eğitim önce ailede başlar. Çocuğunuzda öğrenme bozukluğu olabilir, dikkat eksikliği olabilir, üstün zekalı olabilir (üstün zekalı çocuklar standart bir eğitim müfredatında başarısız olabilirler), hiperaktif olabilir, henüz zeka potansiyelini keşfetmemiş olabilir. Bunların tamamı erken teşhis ile müdahale edilebilir konulardır. Bu yüzden aileler, olumsuz gördükleri durumları eleştirip suçlamak yerine uzman yorumuyla değerlendirmelidirler.
5.Gelişim Evresi: Kimlik Kazanımı Karşısında Kimlik Karmaşası (12-19 Yaş)
Ergenliğin hemen öncesini ve ergenliği kapsayan evredir. Duygusal ve fiziksel olarak hızlı bir değişimin yaşandığı 12-19 yaş aralığı adolesan dönemi olarak adlandırılmıştır.
Bu dönemde bireyler kimlik edinme hedefiyle hareket eder. O güne kadar edinilen alışkanlıklar, hayata bakış açısı, inanç ve düşünceler değişebilir; sorgulanabilir. Bu dönemde aykırı davranışlar da görülebilir ancak zaman içerisinde toplum normlarına uygun, sağlıklı ve doğru kabul edilen davranışlar oturmaya başlar.
Kendilerine kimlik arayan gençler bir takım gruplara dahil olarak aidiyet duygusunu hissetmek isteyebilirler. Bu gruplar, sosyal sorumluluk amacı taşıyan gruplar olabileceği gibi tamamen zararlı gruplaşmalar da olabilir. Gençler bunu güçlü görünmek için de tercih edebilirler. Örneğin, bir siyasi görüşün gençleri hedef alan gruplarına üye olmak gibi. Gruplardan beslenmeyenler ise önemli (veya ünlü) isimlere benzemeye çalışabilirler.
Yine bu dönemin belirgin özelliklerinden biri de gençlerin fiziksel görünüşlerini aşırı önemsiyor olmalarıdır. Bazıları kendine hayranlık duyarken bazıları da kendini beğenmemekte ve genelde bu duygular uç noktalarda yaşanmaktadır.
Gelecek kaygısı, kendi ayakları üzerinde durabilme arzusu, evden ve ebeveynlerden ayrılma düşünceleri bu evrenin sonlarına doğru görülür.
Bireyin kendini tanıması ve gelecekteki hayatını şekillendirmesi adına önemli bir evredir. Gençler bu evreyi sağlıklı tamamlamak için önceki evrelerden muhakkak sağlıklı geçmiş olmalıdır. Aksi durumlarda alkol, nikotin ve daha kötü alışkanlıklar, suç işleme eğilimleri, suni itibar çalışmaları ve benzeri olumsuz davranışlar kişide kalıcı olabilmektedir. Çevrenizde küçük bir araştırma yaparsanız sigara bağımlılarının büyük bir kısmı ergen yaşlarda başlamış ve muhtemelen şuan pişmanlık duyduğu halde bırakamayan kişilerdir. Ergenlikte kendisini sigara kullanmaya özendiren duygu ise kimlik arayışı olabilir. Çocuklarınızın böyle problemlerle başa çıkabilmesini istiyorsanız onların 5.gelişim evrelerine kadar sağlıklı ruh halleriyle gelmelerine yardımcı olmanız (bilinçli olmanız) gerekmektedir.
6.Gelişim Evresi: Yakınlık Karşısında Yalnızlık (20-30 Yaş)
Artık tam yetişkinlik evresidir ve geniş bir zaman aralığını kapsar. Bu evreye erişkin dönemi de denir. Kimlik kazanımı veya kimlik çatışması durumları önemini yitirmiş; kaynaşma, sosyal ilişkiler kurma ve ilişkileri sürdürebilme eğilimi başlamıştır. Elbette bir önceki dönemden sağlıklı çıkmış olunması halinde.
Bu dönemde farklı fikir ve görüşteki insanlarla kutuplaşmak yerine bir arada yaşamayı, ilişkiler kurmayı öğrenmek, dönemin hedeflerinden bazılarıdır. Cinsel yaşam, iş, aile kurma, statü kazanma gibi sorumluluğu yüksek hedefler yine bu döneme aittir.
Tüm bunların yanında sosyal çevreye filtre uygulama eğilimi de başlar. Filtre neye göre uygulanır? Genellikle 6. Gelişim evresinde kişi, kendisine zarar vereceğine inandığı çevreden ayrılmayı ister. Bu esnada yalnız kalma kaygısı da vardır. Eğer bu kaygılar gerçekleşirse kişi zaten yalnız kalmış ve bir takım kişilik problemleriyle boğuşmaya başlamış demektir.
Erik Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre 6.gelişim evresini en sağlıklı tamamlamanın yolu şu şekildedir: Kişi bu evrede, aile kurma, güven duyma, üreme ve topluma faydalı olma hedeflerine sahip olmalıdır. Aynı şekilde, eğlenmeyi, iş hayatında istikrar sağlamayı, statü kazanmayı da hedeflemelidir. Bu hedefler, erişkin bireyi yalnız kalma kaygısından ve yalnız kalma durumundan uzaklaştırır.
7.Gelişim Evresi: Üretkenlik Karşısında Durağanlaşma (30-60 Yaş)
Tam bir geçiş dönemidir. Bu dönemde kişi, üretmeye devam eder ancak genellikle üretim amacını eğitimsel yönde gerçekleştirmeye başlar. Yeni neslin verimliliğini artırıcı ve yol gösterici hedefler edinir. Bir yandan monotonlaşma kaygısı öte yandan bununla mücadele isteği gelişir. Evcimen insanlar dahi bu dönemi ev dışında, çeşitli aktivitelerle değerlendirme gereği duyar. Eğer 6.evrede cinsellik, ruh sağlığı ve sosyalleşme ihtiyacı tatminkar seviyede giderilmemişse 7.evrede gerçek olmayan dostluklar kurulabilir. 7.gelişim evresinin duygusal olarak tavan veya taban şeklinde görülme olasılığı yüksektir. Bu olasılıklar, üretkenliğin ve yaratıcılığın artması veya tam tersi durgunlaşma, çöküşe geçme şeklindedir.
8.Gelişim Evresi: Benlik Bütünlüğü Karşısında Umutsuzluk (60+ Yaş)
Psikososyal gelişimin son evresi olan 8. Evre huzur ve pişmanlık arasında bir çatışmayı doğurur. Kendini tamamladığına inanan ve bütünlük duygusu taşıyan kişiler geçmişinden pişmanlık duymayan ve önceki evreleri sağlıklı tamamlayan kişilerdir. Huzursuz ve umutsuz olan kişiler ise “keşke”lerle yaşamaya devam eden, geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyan, depresif kişilerdir.
Bu dönemin belirgin özelliklerinden biri de vicdani sorumlulukların geç kalınmış olsa da yerine getirilmesi çabasıdır. Örneğin ibadete yönelmek (artırmak) veya kendinden sonraki nesle bir şeyler bırakabilmeyi arzu etmek gibi.
Erik Erikson’un psiko-sosyal gelişim kuramını adım adım incelediğinizde belirtilen yaş aralıklarının (evrelerin) gündelik yaşantımızda birçok örneği kafanızda canlanmış olmalı. Bu çok isabetli ve bilimsel araştırmalara dayalı kuram, bize şunu yeniden gösteriyor olmalı.
İnsan, yaşamı boyunca çevresiyle olan ilişkilerinden doğan duygusal değişikliklerin çatışmasını yaşamaktadır. Bu çatışmalardan olumlu yönde sonuçlar elde eden ve ilgili evreyi sağlıklı bir şekilde tamamlayan kişiler bir sonraki evreye de sağlıklı başlıyorlar. Tıpkı temelden, çatıya doğru sağlam adımlarla bir yapı inşa etmek gibi. Son evrede ise bizleri ya huzur ya da pişmanlıklar beklemektedir.
Bahsi geçen bu gelişim evreleri normal sınırlar içinde kabul ettiğimiz insanın yaşaması ve basamakları bir bir aşması gereken dönemlerdir. Toplum psikolojisi açısından her uzmanın rahatlıkla gözlemleyebilir olması sebebi ile genel geçer yönüyle bilimseldir.
Bir diğer gelişim evresi olan psikoseksuel gelişim evreleri insanların gelişim dönemlerini anlamak açısından çok dikkat çekicidir. Literatürden edindiğimiz bilgilere göre Freudyen bakış açısını asla göz ardı edemeyiz.
Psikoseksüel gelişim (psikoseksüel gelişme), psikanalizin kurucusu Sigmund Freud (Sigismund Schlomo Freud)’un öncülük ettiği psikodinamik akımın kişilik gelişim kuramıdır.[1][2]
Tıp açısından, insan, üç boyutlu bir varlıktır: biyolojik, psikolojik, sosyal (biyo-psiko-sosyal yapı). Biyolojik-psikolojik yapının gelişmesi psikomotor gelişme olarak nitelendirilir. Biyolojik ve psikolojik yapı, insanın içinde yaşadığı ve sürekli bir karşılıklı etkileşimde bulunduğu toplumdan “sosyal” bileşenini de alarak biyo-psiko-sosyal üniteyi oluşturur. Bireyin ve kişiliğinin oluşması ve olgunlaşması, bu üç bileşenin ortaklaşa ve karşılıklı etkileşimlerinin sonucudur. Psikomotor gelişme prenatal dönemde izlenebilse de psikoseksüel (ruhsal-cinsel) gelişme doğumdan sonra gözlenen ve belirli aşamalardan geçen bir evrimdir. Bu aşamalar kişiliğin kuruluş ve olgunlaşmasının temelini oluşturan birtakım evreleri içerir; kişinin, her evreyi zamanında ve tüm gereği ile yaşadıktan sonra, yine zamanında, bir sonrakine geçmesi koşulu vardır.[2] İlkel benlik (id), “almak, elde etmek, zevk almak” temeli üzerine oturmuştur ve tek amacı bunları elde etmektir (acıdan hazza ulaşma). Bu amaca ulaşmak için hiçbir kural, ahlak ve vicdan kısıtlayıcı ya da cezalandırıcı izi görülmez. “İd” sürekli olarak ister, arzular ve amacına ulaşmak için en küçük bir kısıtlama ya da duraksama tanımaz. Bir süre sonra çevrenin etkisi başlar; eğitim, yasalar, gelenekler, ahlak, vb etkenler id’in ölçü tanımaz isteklerine gem vurarak ve törpüleyerek, toplum içinde ve toplum kurallarına uyan kişiliğe dönüşür; “ego” oluşmuştur. Ego, isteklerini, haklarını ve sınırlarını bilen bir kişilik bileşenidir. Daha sonra da “süperego (ahlaki benlik)” olarak nitelendirilen en üst benlik gelişir; böylece, gerektiğinde başkalarının yararına olacak her türlü özveriyi göstermek, paylaşmak, bağışlamak gibi yüksek ahlak göstergelerini içeren bir benlik türü ortaya çıkar.[1][2]
Dinçmen’e göre, normal kişi, gerek ruhsal-cinsel (psikoseksüel) evrelerin tümünü zamanında ve doğru biçimde yaşayarak, her bir evreden bir sonrakine zamanında geçerek, aile dışındaki karşı cinse yönelmiş bir cinsellik gösteren, gerekse id’inin gereksinimlerini yeterli bir süperego ögesiyle yoğurarak mutlu, isteklerini elde etme yetisinde; aynı zamanda başkalarının haklarına, isteklerine ve bireyselliğine saygılı bir egoya sahip kişidir.[2]
Ego, id’in arzularını süperego’nun emirleriyle yoğurup çevresel gerçeklere uyabilecek bir biçime sokan kişilik bileşenidir. Bilinçaltındaki Oedipius, Elektra veya kastrasyon gibi çeşitli kompleksler vardır. Bu kompleksler süperegonun yönetimi altında olan egonun, id’i susturucu ve sindirici etkisiyle denetlenir; Freud’a göre “ id’in bulunduğu yer ego geçecektir”. Psikodinamik kurama göre, kişi doğumda hazzıyla birlikte doğar. Psikoseksüel (cinsel-ruhsal) gelişmenin evreleri, kişiliğin ortaya çıkmasında büyük önem taşır; haz alımının yolunda gitmemesi kişiliğin oluşumunda izler bırakır. Psikoseksüel gelişimin sistemli bir biçimde gerçekleşebilmesi psikomotor gelişimin düzenli olmasıyla olanaklıdır.[2]
Psikoseksüel gelişim kuramına göre insanın cinsel yönden gelişimi beş evrede tamamlanır.
1. Oral dönem (0-1 yaş): Oral dönem veya ağızal dönem, psikoseksüel gelişim evrelerinin ilkidir. Freud’un öncülük ettiği psikodinamik akımın kişilik gelişim kuramıdır. Psikodinamik kurama göre, kişi doğumda hazzıyla birlikte doğar. Haz alımının yolunda gitmesi ya da gitmemesi her dönemde saplanmaya yol açar ve bu da kişiliğinde izler bırakır. Oral dönemde, “id”in egemenliği vardır. Yaşamın 0-12. ayları arasındaki zaman dilimini kapsar; bu süre bazı çocuklarda 24 aya dek uzayabilir. Yeni doğan çocuğun tüm zevk alma, doyuma ulaşma, gereksinimlerini ifade etme ve onları giderme yolu ağızdır; tüm gereksinimlerini ve doyumlarını, emme işlevi ile belirtir ve giderir. Anne memesi bebeğin dış dünya ile ilgi ve ilişkisini sağlayan tek yoldur denilebilir. Bu nedenle bebekler her şeyi ağızlarına alarak tanımaya çalışırlar. Yeterli doyuma ulaşamayan veya aşırı doyum alan bireyler oral evrede saplanır (oral fiksasyon); bu durum gelecek yaşamda sürekli sakız çiğneme, kalem tepesini ısırma, oburluk, sigara tiryakiliği, küfürbazlık, oral seks düşkünlüğü, bağımlı kişilik yapısı gibi sonuçlar doğurabilir.
2. Anal dönem (1-3 yaş):Anal dönem (makat dönemi) psikoseksüel gelişim evrelerinin ikincisidir. Oral dönemi izleyen evredir. Genellikle 12.-36. aylar arasında görülür; oral dönemin uzadığı çocuklarda bir süre 48.aya dek uzanabilir. Süperego gelişmeye başlar. Oral dönemin bitiminden sonra, dış dünya ile olan ilgi ve ilişkisini vücudunun başka bir bölgesiyle sürdürülür. Doyum kaynağı anüstür (makat). Bebekler anal evrede dışkısını tutma yeteneği elde eder. Dışkısını tutmak veya bırakmaktan haz duyar. Çocuğun yaşamının ilk 3 yılını kapsayan bu iki dönem içinde, sevgi objesi kendi vücududur ve sevgisinin kendisine yöneltir; sevgilisi kendisidir. Bu nedenle, çocuğun yaşamındaki ilk 3 yıl “birinci otoerotik dönem” olarak nitelendirilir (ikinci otoerotik dönem 60-70 yaşlardan sonra başlar).
Tüm hazlar ve onların yerine getirilmeleri ile tüm hiddet, kızgınlık ve saldırganlıkların ifadesi anüs (makat) yolu ile olur. Çocuğun altını kirletmesi, ıkınması, temizlenmesi onun temel gereksinimi olduğu gibi mutluluk ve kızgınlığını belirtmek için de kullandığı yöntemdir. İnsanın oluşacak kişiliği açısından yaşamın en önemli evrelerinden biridir. Bu evreyi hiçbir zorlanmayla karşılaşmadan, gereken tüm ayrıntıları ile eksiksiz ve süresi içinde yaşaması ve bitirmesi çok önemlidir. Bu dönemde anne-babanın verdiği aşırı baskıcı denetleyici tutumlar, katı tuvalet eğitimi; çocuğun anal dönemde saplanmasına (anal fiksasyon) ve gelecekte obsesif kompulsif bozukluk, tuvalet işleriyle fazla uğraşma, cimrilik, kararsızlık, inatçılık, aşırı titizlik, küfürbazlık gibi davranışlar görülmesine neden olabilir.
3. Fallik Dönem (4-6 yaş):Fallik dönem (fallus dönemi; cinsel organ dönemi), psikoseksüel gelişim evrelerinin üçüncüsüdür. 3.yaşın sonundan 6. ya da 7. yılın sonuna dek sürecek olan bu evrede, çocuklar cinsel organlarına, cinsel farklılıklara ve onların anlamlarına yönelir. Sevgisini kendisinin dışında ve karşı cinse doğru yöneltmeye başlar. Erkek çocuklarda sevgili “anne”, kız çocuklarında ise “baba”dır (Oedipius veya Elektra evresi; Oedipal evre). Bu evreyi rahat ve mutlu yaşamış, bir sonraki evreye başarıyla geçmiş olan çocuklar tüm yaşamları boyunca mutlu, sağlıklı, sevecen ve yaratıcı olurlar.
Ancak, yaşamın ilk günlerinden beri ve özellikle anal evreyle birlikte başlayan eğitime ve sosyal uyuma yönelik yasaklı ve cezalı bir ilk 3 yıl, Oedipal evrede tüm ağırlığını gösterir. Suçluluk duygusu ile bu duygunun ardından gelen cezalandırılma korkusu, ileride pek çok kompleksin ortaya çıkmasına ve yerleşmesine neden olur. Anneyi babadan çalmış olmanın yarattığı suçluluk duygusu ve “babasının gelip penisini koparacağı” düşüncesinin ortaya çıkardığı kastrasyon korkusunu (iğdişlik korkusu) duyar. Mutlu, huzurlu ve anlayışlı bir aile ortamında sevgi dolu bir annenin yanında yetişen çocuk, 6. ya da 7. yaşın sonlarına doğru Oedipal evrededen çıkarak olgunlaşmanın bir sonraki evresine geçer. Bu evredeki algılanan yetersizlikler ve takıntılar aşırı çekingenlik, girişim kısırlığı, cinsel kimlikte güvensizlik, cinsel kimlik gelişmesi, cinsel ilişkiden kaçınma, cinsel soğukluk gibi sonuçlar doğurabilir.
4. Latent dönem (7-11 yaş): Latent dönem (uyuklama evresi, gizli dönem), erken çocukluk cinselliği olgusunun son evresidir; fallik dönemin bitiminden ergenliğin başlamasına dek sürer. Oedipus kompleksinin sona ermesiyle başlayan süre içinde çocuktaki cinselliğin gelişiminde duraksamalar yaşanır; belirgin bir cinsellik bulgusu yoktur. Anne-baba dışındaki kişilerle (oyun arkadaşlarıyla, öğretmenlerle) ilişkiler kurulur. 7-9 yaşlarında yaşanan bu cinselliksiz (aseksüel) dönemde, erkek çocukları ve kız çocukları hemcinsleriyle oynarlar. Erkek çocukları bir olup kız çocuklarını iteler, döver. Ben (ego) ve üstben (süperego) gelişimini sürdürür ya da güçlendirir. Erken çocukluk dönemindeki cinsel yaşantılar ve etkinlikler ile yaşananlar bilinçdışına itilir.
9 yaşına ulaşan çocukta 12 yaşına (ergenlik çağına) dek sürecek bir karanlık evre başlar. Çocuk, aile sınırlarının dışındaki karşı cinse yönelik “olgun cinselliği” arama çabasına girer. Tıpkı, eşya ile dolu kapkaranlık bir odada bulunan bir kimsenin çıkışı araması sırasında masa ve sandalyelere çarparak devireceği, birkaç vazo ve bibloyu düşürüp kıracağı gibi, bu evredeki çocuk da aseksüel evrenin cinselliksizliğinden karşı cinse ve aile dışına yönelik olgun cinselliği arayıp bulana dek bir iki ufak tefek suç, birkaç sadistçe ya da mazohistçe davranış ve birkaç eşcinsel yaklaşıma girebilir; ruhsal gelişmenin bir aşaması olan bu evredeki eylemlerin bir tür davranış bozukluğu olduğunu söylemek tıp açısından büyük bir yanlıştır. Ergenliğe ulaşan çocuk bu tür eğilim ve eylemlerden sıyrılıp olgun cinselliği bulur. Bu sıyrılmayi başarmak çok önemlidir. Yoksa takılma ve aşamama durumu oluşur.
5. Genital Dönem (12-18 yaş): Genital dönem, psikoseksüel gelişim evrelerinin beşincisi ve sonuncusudur. Latent dönemin hemen ardından (genellikle 12 yaşından sonra), ergenlik ile başlayan ve bu evre boyunca olgunlaşan “erişkin cinsellik” kişinin tüm yaşamınca sürer. Bu evrede kişi cinsel organlarından zevk almaya başlar. Ergen, ilk yıllarda, aileden bağımsızlaşarak karşı cinsten kişilerle olgun ve sağlıklı ilişkiler kurabilmeyi öğrenmeye yönelir. Meslek seçimiyle ilgi tasarılarda bulunma ve yuva kurma isteği belirir. Toplumdaki yeri ve yapmak istedikleri konusunda çatışmalar yaşar. Anne-babalar bu dönemi yaşayan gencin ilgi ve gereksinmeleri ile gelişim özelliklerini tanıyıp, ona karşı saygılı ve anlayışlı davranarak sorunlarını çözmede yardımcı olmalıdırlar.
Yılların ilerlemesiyle birlikte kişide ortaya çıkan fiziksel ve ruhsal yetersizliklerin neden olduğu “güvensizlik hissi” ve dolayısıyla “kendini koruma dürtüsü” giderek belirginleşir. Yaşlılarda, sevgi objesi yeniden kişinin kendi bedeni içine yerleşir; bu durum, yaşamın ilk yıllarındaki “otoerotik” dönemin yeniden yaşanmasına yol açar. Bencillik, kendi sağlığına öncelik vermek, hastalanma ve ölüm korkusu, tutuculuk, kendisine kötülük yapılacağı kuşkuları gibi yaşlılarda saptanan tüm ögeleri bu “ikinci otoerotik dönem”in yansıması olarak görmek gerekir (birinci otoerotik dönem “anal dönem”dir).
Bu iki gelişim evreleri kuramları üzerinde ozellikle durma sebebim; psikolojik anlamda zorlanma yaşayan veyahut sosyal ilişkileri sürdürmede, iş sahibi olmada, kendisi hariç diğer insanlar ile yürütülen ilişkilerdeki güçlüklerle karşılaşan insanalarin yaşam öykülerinde bu dönemlerin birisinde takılma olduğunu görüyoruz. Unutmayın insan ruhunda zaman ve takvim yoktur çocuklukta yaşanılan dün yaşanmış gibi kayıt halindedir ve kişinin yetişkin yaşantısına etkisini gösterir. Kişinin hayata bakış açısı,nesne ilişkileri, sosyal ilişkileri, üretme ve sevme/sevilme yeteneği, soyut olan inanç sistemlerini- entellektuel kapasite oluşturmayı, empati yeteneği oluşturmayı, kendisi ile barışık olması gibi birçok durum bu süreçlerin etkisi ile şekillenir.
Özellikte ihmal edilmiş çocuklarda, aile bütünlüğünün bozulduğu ve ebeveyn rol dağılımının olmamasına bağlı çocukların rol model alacağı yetişkini gözlemleyerek benlik oluşturmasındaki aksaklıklar etkisini ömür boyu gösterir. İçindeki boşluğu tanımlamasını istediğimiz danisanlarin yaşadığı duygusal acıların izlerini takip ettiğimizde bu dönemlerin birisinde ki takılmayı yakalayabiliyoruz. Bunu fark ettirerek çözüm yoluna girmeyi amaçlıyoruz. Her insan psikoterapi hizmeti alamayacağından, alsa dahi faydalanamamış olabileceğinden bu sorunların toplum içi yaşantıya yansımaları fazlaca olmaktadır.
Bu sorunları daha çok evlilik kurumda ve çalışma hayatında görmekteyiz. Bireyselleşme sürecinde aksaklıklar yaşayan insanlar evlilik ilişkilerinde üçüncü bir kişiyi sürece fark etmeden katarlar. Genelde ebeveynleri olur yada akıl arkadaşları. Bu durum ikili ilişkiyi bozar ve çoklu ilişkiye dönerek evlilik mahremiyetini temelden zedeler. İkili ilişki dinamiklerinde sorunlar yaşanmasına sebep olur. İş yaşantısında ise yöneticileri ile sorun yaşayan ve mesai arkadaşları ile empati kuramadığı için anlaşamayan yada devlet otoritesinin yasalarını gözetmeyen insanların yaşadığı sorunlar çocukluk dönemi izlerini taşır. Duygusal kırılmalar, sorumluluk ve iş yaşantısını devam ettirme zorlukları, problemlerle baş etme becerisindeki aksaklıklar, sıkılgan olmak, empati kurma zorlukları, otorite sorunları, ilk bakımını yapan ebeveynden duygusal kopamamak- bağımlılık geliştirerek bireysel yaşantıyı duygusal boyutta olusturamamak, karar verme anlarında duygusal çöküş yaşamak, yetişkin dünyasına geçişte gecikme gibi sorunlar karşımıza çıkmaktadır.
Ergenlik döneminin çalkantılı ve benlik gelişme aksakliklarina sorunların benzerlerinin yetişkinlik çağındaki insanlarda da görmekteyiz. Çözüm: kendisine ait bir yaşantı, ebeveyler ile ilişkide yetişkinlere ait sınırların gözetilmesi, toplumsal ve devlet kurumlarının yasaları ile işbirliği halinde uzlaşmacı, otorite ile ortak paydada olgun ilişki, evlilik kurumu gibi ikili ilişkilere üçüncü bir kişiyi dahil etmemek, para ve öz kaynak yönetimindeki başarı, empati yeteneği geliştirme, yalnızlık ile barışma, problemlerle baş etmede yetişkin manevraları kazanmak, olgun kararlar alıp bedel ödemek ve istikrar göstermek, bagimsizlasma ve yapışkan ilişki kurmaktan kurtulmak, menfaat odaklı yaşamaktan öte sevme sevilme sanatını öğrenmek, iş hayatında başarı istikrarını gözetmek olursa aksaklıklara karşı yetişkin önlemleri alabilmek, manevi-entellektuel inanç sistemi geliştirmek gereklidir. Sürekli değişken ve kırılgan ruhsal bir yapı kişilik gelişiminde olgunlaşmamış olmaktan kaynaklanır. Özet olarak bir kişi yetişkinlik hayatında, otorite ile olan ilişkisinde(devlet-patron/işveren), kendi ailesindeki ikili ilişkilerde(partneri ile), sosyal ilişkilerdeki empati yeteneği geliştirmesin de , yalnızlık ile barışık, sorunlara karşı çözüm üretebilen, baş etme becerileri geliştirmiş, sevgi temelli doyurucu ilişkiler kurabilmis ise mutlu bir hayat sürer. Yetişkinlik ile ergenlik dönemindeki kırılganlık arasındaki ince çizgiyi bu beceriler belirler. Bu becerilerin eksik olduğu yerde psikolojik sorunlar ve psikolojik gerileme( çocukluk çağının ilkel yapılarına dönüş)kolaylaşır.
Büyümek ve büyütmek dileği ile.
Uzman Klinik Psikolog Osman İLHAN