İnsan doğumuyla beraber genetik kodlamaları ile bu dünyaya taşıdığı en önemli yapılarından bir tanesi kişiliğidir. Kişilik; bireylerin genetiğinde kodlu olan mizaç özelliklerini temel aldığı ve zaman içinde sosyalleşme ve öğrenmeye bağlı olarak geliştirdiği bir yapıdır, bu gelişim kişinin doğuştan getirdiği kişilik özelliklerinin üzerine eklenerek devam eder ve son noktada oluşan ve kişiye sosyal ortamda tanımlayan kişilik özelliklerinin toplamına karakter denir. Bireylerin süreç içinde oluşan karakter özellikleri onun hayata bakisini, olayları yasayış biçimini, nesne ve kişilerle olan ilişkisini, hayata karsı geliştirdiği felsefi ve ideolojik yapıların oluşmasında ana rolü oynar. Burada esas nokta kişilik ve mizaç özelliklerinin doğuştan geldiğidir. Ancak mizaç ve kişilik özellikleri aracı ile oluşturulan karakter yapısı ise sonradan oluşur, ve bu oluşum kişiliğin sağlıklı gelişmesine bağlı olarak zaman içinde şekillenir. Aslında toplum içinde ‘’karaktersiz’’ olarak nitelendirilen bir insanine yasadığı sorunun temeli, kendi kişiliğine uygun bir yaşantı, bakisi acısı, davranışlarını – düşüncelerini – duygularını şekillendiren bir felsefi/ideolojik referans noktası oluşturamamışından kaynaklanan bir boşluk hali sonucundaki oluşan kararsızlık halidir. Böyle bir kişi kendi iç dünyasında kendisinin nasıl bir insan olduğu sorunsalını dahi daha çözemediğinden dışarıya istikrarlı bir karakter profili çizemez. Aslında çözmesi gereken nokta doğuştan getirdiği kişilik ve mizaç özelliklerini fark etmesi ve buna uygun bir sosyal ortamda kendisini ifade edebilme olanağı bulmasına bağlıdır, burada kritik kelime kişinin kendisini ifade edebileceği bir ortamı bulabilmesidir, bu nokta okadır hayati öneme sahiptir ki, beden için oksijenlenmek neyse kişilik gelişimi ve sonucunda karakter oluşumu için kendini ifade edebilmek ayni öneme sahiptir.
Basit bir mantıkla düşünüldüğünde, baskıcı bir ailede büyüyen bir çocuğu düşünelim, bu çocuk kendi doğrularını, rahatça söyleyemediği bir ortamda sürekli baskı nesnesinden azar işitmemek için fark etmeden inanmadığı şeyleri savunur hatta bunlara koruk örüne bağlı bulabilir kendini, çocukluk cağında bu süreçler farkındalıksın bir şekilde isler ancak blum cağıyla birlikte artık kişi bu süreçlerin sonucunu yasamaya baslar, çünkü artık kendi ailesinin korunaklı dünyasının dışında kocaman bir dünyayla basmasa kalır, farklı insanlar farklı sosyal özellikler arasında kendisini konumlandıramaz, çünkü o ben kimim sorusuna doğru cevapları verebilecek yaşantıya sahip değildir, o kendisini nehirde yüzen akıntıyla hareket eden bir ağaç yaprağı gibi çaresiz hisseder, çünkü onla teklif edilen herhangi bir şey karsısında hayır ya da evet diyebilecek referans yaşantıları yoktur. Ista bu sureci yasayan çocuk sağlıklı bir kişilik gelişimi yasamamış ve buna bağlı olarak sağlıklı bir karakter oluşturamamış tırnak içinde karaktersiz bir kişidir, her ne kadar ‘’karaktersiz’’ kelimesini biz bir hakaret ve argo olarak kullansak da aslında kişilerin hayat içinde yasadıkları trajedinin adidir, kendini ifade edememenin sonucudur, bir tanılamadır ve temelinde muhakkak ki bir kişilik bozukluğu bar indirir. Bu noktada kişilik bozuklukları üzerinde durmanın faydalı olacağı düşüncesindeyim; Devamını oku