Mutluluğun resmini çizebilir misiniz dedi ressam, mutluluğu yazabilir misiniz dedi şair, mutluluğu yaşatabilir misiniz dedi aşık, ben hiç birisini yapamam ancak nasıl mutluluğu oluşturabileceğinizi size öğretebilirim BELKİ dedi mayasında mutsuzluk olan terapist.
Ah o sihirli kelime, rüyalarımızı süsleyen, çılgınca çabaladığımız, uğrana canlar yaktığımız, ona ulaşmak için dağlar aştığımız.
Nedir bu mutluluk denilen şey, bu kadar mı ulaşılmaz ya da bu kadar mı arzu edilir bir şey?
Google amcanın tanımına göre; bütün özlemlere, bütün isteklere eksiksiz bir biçimde ve sürekli olarak erişilmekten duyulan kıvanç durumuymuş. Bir diğer tanımlaması da şöyle; bir isteği, özlemi yerine geldiğinde duyumsanan sevinç. İlk okunduğunda soğuk ve teknik bir tanım gibi algılansa da aslında öyle soğuk ve teknik bir tanım mutluluk. İşte bu sebeple bir çok insanın ulaşamadığı o kaf dağındaki kızıl elma hala, en büyük idea, ulaşıldığında tüm dertlerin ortadan kalkacağı sihirli bir iksir gibi adeta.
Doğduğumuzdan geçen bu zamana kadar, varoluş çölünde yanıp, kavrulurken bizi serinletecek bir damla can suyu gibi adeta o. Gerçekten öyle mi? Unutmadan bir de şu da var; son yılların mutluluk salgını: Daima ve üst perdeden mutlu olmak şart ve mümkün, iste yeter cemiyeti! Ben bu cenaha da mutluluk tacirleri diyorum, sokak sokak dolaşıp kırık kalplerin kırıntılarını toplamaya çalışan hurdacıdan farksız onlar, ne büyük vaatler veriyorsunuz siler öyle, hurdacııııııı geldi hanımmmmm, eskileriniz alınır gibi mi?
Schopenhauer’a göre ise mutluluk, “mutsuz olmamak”tır ve bu kâfidir. Mutlu kişi, en canlı zevkleri veya en büyük hazları tatmış kişi değildir. Mutlu kişi hayatını hem bedensel hem zihinsel çok büyük acılar yaşamadan geçiren kimsedir. Bu tarif ne kadar derin, ne kadar felsefi değil mi, aklımızı büyüledi adeta ancak hala bir şeyler eksik değil mi, hala mutluluğu anlayamamaktan mutsuzuz değil mi? Yine de gerçekliğe en yakın tanımı yapan düşürlerden birisidir Schopenhauer.
Başka bir mutsuzlardan olan, Platon mutluluğun özü iyiyi arayıp bulmak derken, Kiekegaard bilinç arttıkça mutsuzlaşır insan diyor. Ne de afilli kelimelerle anlatmaya çalışmış , sanki ufaktan mutlu etti beni tarihe damga vurmuş bu yüce zatları tiye almak… İnşallah canım ya! Diyesim var hepinize.
Yüce ekşi sözlük yazarlarının mutluluk konusundaki düşüncelerini incelediğimde karşıma çok ilginç şeyler çıktı, ki onların düşünceleri tarih sahnesinde bir kum tanesi kadar yer etmeyecek olsa da, diğer o büyük düşünürlerin şatafatlı sözlerinden daha gerçek daha bizden daha ete kemiğe bürünmüş tanımlar geliyor bana, şuan da yaşayan insanın ruhundan çıkacak sözler daha dokunuyor ruhuma, ayrıca gidenin arkasından da konuşmamak gerekli.
Yüce ekşi sözlük yazarlarından Bay x demiş ki; beyindeki serotonin , noradrenalin ve dopamin düzeylerinin ve etkinliklerinin fazla oluşundan başka bir şey değildir… cesur bir tanım olmasına rağmen baya bir sallamışsın sevgili kardeşim, beyindeki kimyasal salgıların dozu, dengesi, zamanı gibi bir çok kavram sayesinde insan yaşamını sürdürür. Asıl olan insanın sürekli olarak iyi hissetmesi değil, dengeli olmasıdır, duygu-durumu çevreye, zamana, amaca yönelik uyumlu olmasıdır. Aslında insan için mutlak bir iyilik hali sonucu ulaşılan mutluluktan ziyade, bu saçma dünyada yaşanılan her şeye rağmen gösterilmesi gereken denge önemli olandır. Dünyanın seni ordan oraya savurmasına, engelemelerine, dağılmadan yaşayıp ölüme kavuşma hali mutlu olmanın adıdır aslında. Asıl mutluluğu yakalayan insan salt neşe saçan değil, her duyguyu dibine kadar yaşayan ANCAK dağılmayan-savrulmayan, iç dengesini koruyan insana mutlu diyebiliriz. Öteki türlü, anti deprasan kullandığında, alkol aldığında, seviştiğinde, spor yaptığında, yemek yediğinde, yeni yerler gezip gördüğünde, para kazandığında, uyuşturucu kullandığında hissetiklerinin adı mutluluk değildir sevgili arkadaşım. Belki buna iyi oluş hali denebilir, ancak o hal senin kendini, dünyasal beden ve ruhunu uyutma- kandırma halidir belki bu senin için iyilik hali olabilir ancak o mutlak mutluluk değildir. Yaşanan dram ve trajedi ortadır; iyilik halini devamlı kılmaya çalışan bir alkoliğin, keşin halini düşünün. Mutluluk kaynağı olarak gördüğü maddeye karşı geliştirdiği, engellenemez bağımlılık hali mutluluk olamaz, olsa olsa acziyettir, sefillik ve çaresizliktir. Parayı, makamı mutluluk kaynağı zannedenin hali gibi, o güç için insan öldürebilir ve ulaştığı hedonist hazza, yanılsamaya ‘MUTLULUK’ diyebilir, cellatın bir kişinin canını alırken yaşadığı hal gibi, kendisini iyi hissedebilir, ancak o iyi oluş hali kesinlikle mutluluk değildir. Onun adı psikolojide geçen psödo-mutluluk yani yalancı mutluluk halidir. Mış-muş yaşamak gibi, bir varmış bir yokmmuş ile başlayan hikayelerin ana karekteridir onlar, varmışlar ama yok olmuşlar ile biten varoluşlular.
Bir de romantiklerimiz var tabi onları da hatırlamak gerekir. O romantikten estantanelerde vardır;
“- nedir mutluluk
çam ağacındaki yürek gibi
köpüklü sakız kokusu gibi
dallardan yapraklardaki kılcal damarlara giden
ve damarlardan koskoca bir ormanı öpen
insandan insanlığa doğru olsun ki usul usul,
mutluluk, bizden.”
Romantizmi besleyen, şarkılar, şiirler, kitaplar, kişiler sonucunda hissedilen içe yönelmiş-aracı bulunca dışa aktarılan duyguları yaşayanların hali de onlara göre mutluluk sayılabilir, ki bence duygu deryasında acı çeken, çektiği acından kurtulmak için saçmalamayan kişilerin yaşadıkları hal mutluluğa daha yakın bir hal olsa gerek. Olgunlaşmak için çekilen acıya katlanabilmek, belki o halden nevrotik boyutta haz duyabilmek, battıktan sonra çıkabilmek, pes etmemek, savaşmak işte bu kavramlar gerçek mutlu insana daha çok yakışan kavramlar olsa gerek. Hayatı pembe panjurlu evininin korunaklı penceresinden izleyen arkadaşım, senin hissettiğin o güven duyguyla oluşan iyi oluş hali varya biz ona mutluluk demiyoruz. Hayatı dibine kadar yaşayan o cesur insanların gözlerinde yakaladığım o keskin güç, o eminlik, cesaret, kararlılık, sindirilmemişliğin çılgın özgürlüğü varya işte olay bu, o adamı acı çekiyor, zahmet çekiyor sanma, yaşam denilen yırtıcı aslanın tasmaları o insanların elinde aslında unutma. Ah o aslan terbiyecileri sizlere hayranım, saygılar.
Nasıl mutlu olacağım diyorsunuz biliyorum, ben sizi mutlu edemem, size mutluluk kaynağı vaat edemem, o kadar göreceli ki. Ancak size savaşmayı, denemeyi öğretebilirim. En azından denemeye değer bir şey olduğuna yemin edebilirim. O zaman söze şöyle başlayalım vesselam.
Bir fikrim vardı uçuştu, rüzgarın sertliğiyle savrulduğu diyarlarda konacak bir kalp aradı bulamadı. Aklı-kalbi dünyanın çamuruyla bulanmış olan kalbine bir duyguyu alamayacak kadar yorgundular. Her şeyi bırakıp gidebilecekleri diyarlar dizilere konu olduğundan bu zamana, romantik kaşifler, çölleri aşan mecnunlar, ateşe atılan İbrahimler yok oldular artık. Pembe dizilerin yalancı senaryolarında özlemlerini uyuşturmayı öğretiler onlara. Onların ay sonu geçim sıkıntısıyla meşgul zihinleri, insan olmaya dair bütün potansiyele de kapalı hale geldiler. Ah nerede o eski cesur yürekli insanlar. Dağı delen iradenin yerini alan, yaşamda kalma korkusu bizi pısırık insanlardan başka hiçbir şeye dönüştürmedi.
Öfkesini ve aşkını sesiz çığlıklarla yaşamaya mahkum edilen insanın hali ne acıdır, oysa geniş ovalarda özgürce at koşturan atalarının kalbinde yeşeren-amozon çığlığı atan özgürlük düşüncesi, duygusuz metropollerdeki kirli gökyüzü olmamalıydı. Ruhumuzun uçurtmaları o gökyüzüne hiç yakışmadı. Uçsuz bucaksız ormanların, masmavi denizlerin, serin gökyüzünün, özgür kantlarıyla raks eden kuşların kubbesi altında bizler bu saçma hayatı yaşamayı nasıl başarabiliyoruz anlayamıyorum. İsyana meyilli kalbime, çıldırmaya müsait aklıma, koşmaya hevesli ayaklarıma, sıcak öpücüklere hasret dudaklarıma, okşamayı unutmuş avuçlarıma, bakmayı unutan gözlerime, sevişmeyi unutan bedenime o görünmez prangaları vuran benden evet benden başkası değil aslında. Suçlu olan benim. Ben bana dayatılan hayatı yaşamayı seçtim, kolay olana meyil ettim, irademin iplerini saldım evet bunu yaptırdılar bana.
Çevremde beni hapis etmiş her bir medeniyet abidesini elime balyozu alarak yıkamadım. Kendime ait olabildiğim sessizliğimde ve ruhumda sevinci büyütemedim. Korktum, kaçtım, güvenli bir dünya yaratmak için kendime, kendime olan güvenimi kaybettim. Gökyüzüne bakmayı unuttum, kanatları ahenkle dans eden kuşları görmezden gelmeye alıştım. Bir trenin arkasından ayaklarım kanarcasına koşmadım, ağladığımda utandım, beni görmesinler diye kendimi her saklayışımda insanlığımdan, doğallığımdan da saklandım. Ben kendimden kaçtıkça, yalancı dünyaya esir oldum Suçlu olan benim. Suçlu olan sensin.
Suçlu olan benim. Ben kendim, aynaya yansıyan o suretimle, içimdeki susmak bilmeyen sesimle suçlu olan benim. Tutuklayın beni, özgürleşmeyi başaramayan zihnimin, soğuk duvarlar arasındaki beden tutsaklığının bir önemi yok artık. Özgürlük bazılarımıza bir beden büyük geliyor artık.
Mutlu mu olmak istiyorsun, bırak saçma sapan kişisel gelişim kitapları okumayı, mutluluk vaatleri ile seni kemiren farelere kapa kulaklarını. Başkasından geleceğini sandığın o huzuru, senden geleceğini anla artık. Anne rahminden bu dünyaya göbek bağının kesilmesiyle geldiğin an, yalnızsın sen arkadaşım. Bırak artık ölecek olana kurduğun bağımlılıkları, özgürleş. Annenden-babandan, paradan, kariyer hırsından, saplantılı ideolojik fikirlerinden, dünyasal kaygılarından, uğruna ölmeyi düşündüğün aşk nedir bilmez saçma sapan aşıklarından kurtul. Çıkart ayağındaki o fabrika ürünü ayakkabılarını, onlar medeniyet asfaltının sıcaklığında cayır cayır yanarken, çıplak ayakların toprağa basmak istiyor gör bunu. Kaç doğaya kaç. Yaşın ne olursa olsun, yargılanmadığın tek yere doğaya-özüne kaç, koş çayırlarda, at kendini boğulmaktan korksan dahi soğuk sulara, korkma artık, korkma, yaşa ulan ölümüne yaşa. Başkalarını zengin etmek için sarf ettiğin o mesailerin varya, onu kendin için harca.
Sen mutlu olmayı hiç sorun yaşamamak mı sandın. Bunun için mi korunaklı sitelere kaçtın. Bunun için mi deste deste paraların cebindeki şişkinliğini hissetmek istedin. Kim bu bize mutluluk kaynaklarını yanlış yerlerde aramayı öğreten. Kim bu bize, bizde olanı tekrar aratan. Mutlu olmak sandığın şeyler; tüketim çılgınlığı, rekabet duygusu, kazanma hırsı, şehvet, kin, erteleme hastalığı, duygularından kaçmak, anda olamamak, gelecek için sürekli kaygı duymak, sürekli başarılı olma yanılsaması, yenilgiyi bir uyarıcı olarak göremeyip gidememek, gidememek arkadaşım, terk edememek işte bunlar senin mutsuzluğunun-hastalığının kaynakları. Şimdi, şuanda bir şeyler yap, yapmalısın.
İntiharın çekici fantezileri ile kaçacağın diyarlarda huzur bulamayacaksın. Yaşamaya dahi cesareti olmayan o yaralı ruhuna, yaşam merhemi sürmediğin sürece iyileşemeyeceksin. Dibine kadar batmalısın, yaşam pınarlarından içeceğin her bir damla suyla şifalanmalısın. Paramparça ruhunun labirentlerinde dolaşan o haylaz çocuğu kulaklarından yakalayıp atmalısın. Bırak geçmişin tozlu raflarında çocukluk hikayelerini okumayı, keşkelerin, pişmanlıkların, hataların onların hepsi senin zafer yaraların ve herşeye rağmen intihar etmeyip yaşıyorsan bu dünyada o zaman daha fazlasını yapmalısın. Zamanı geldiğinde defolup gideceğin bu ölümlü dünyayı artık daha fazla önemsemeyi bırakmalısın. Sana dayatılan hayata manifestonu çekip yeni bir şeyler söylemeye başlamalısın. Terki diyar edebilecek gücü artık yakalamalısın.
Arkadaşım seni kandırmışlar, sen ne kadar çabalasan da bir bakan olamayacaksın, zengin olamayacaksın, ceo olamayacaksın, uğruna yırtındığın bütün vaatler seni satın alan para babalarının seni tasmalama yöntemi unutma. Umudunla oluşturduğun beklentilerin başkalarına hizmet etmesin, kendine hizmet etmeli bütün enerjin, yaşamak için, bir daha doğmak için son bir şansın kaldı onu da kurutma. Ruhunun umut ve heyecanları sana hizmet etmeli artık.
Mutlu olmak yaşanılacak bir halden ziyade ulaşılacak bir zaferdir. Bu dünyada yapılan her ibadetin yaratığı huzur halinden farklı olarak bir sonuçtur. Ölüm ile tattığında ölümsüzlük şerbetini, bundan sonraki sonsuzluğunda sana yol gösterecek olan olgunluktur. O dünyasal hazlardan, iyi oluş hallerinden, yalancı tatminlerden farklı olarak bir kişilik başkalaşımıdır. Savaşlara, ölümlere, kıtlığa, kıyıma, haksızlıklara, adaletsizliklere ve dünyaya dair sayabileceğin bütün kötülüklere rağmen kokusunu alabileceğin bir dinginlik halidir. Bahanesiz, keşkesiz, araçsız,tek başına-tek başına-yalnız tek başına ulaşabileceğin bir haldir. O hal tarihin ilkel kabilelerinden bu zamana kadar, oluşturulmuş her türlü dini, felsefi, entelektüel medeniyetinin ulaşmaya çalıştığı bir amaçtır. O sadece senin değil insanlığın en büyük meselesidir, hepimizin ortak kaygısı, çok azımızın ulaştığı rahmet pınarıdır. Rahatlama, tam olma, sorgusuz – sualsiz hayatta olanları izleyebilme olgunluğuna erişebilme halidir, kapsayıcılıktır. Senin içtiğin alkolle, kullandığın maddeyle, bedenin hazzına yönelik davranışlarınla ulaşabileceğin bir şey değildir. Zaman- çaba- fedakarlık- terk edebilmeyle kapısından girilebileceği sonsuzluk sarayıdır. Ona ulaşmak için çıktığın yolculukta yaşadıklarının toplamıdır mutluluk, o aslında acı çekmekten kaçmayı bıraktığında sana yaklaşmaya başlayacak olandır, aslında o yaşama eylemliliğini gösterme halidir.
Yolumuz çok uzun, ama denemeye değer sanki!
Yolumuz açık olsun!
Seni görüyor ve hissediyorum, aynı ateşin közünde demleniyoruz biliyorum!
Sevgi ve saygılarımla
Uzm.Klinik Psikolog/Psikoterapist
Osman İLHAN