Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) nedir?

DEHB, başlıca dikkat eksikliği, hareketlilik ve dürtüsellik ile kendini gösteren; bir dizi diğer bilişsel ve davranışsal belirtilerin eşlik ettiği bir bozukluktur. (American Psychiatric Association 1994). DEHB; üç temel özelliği çocukluk döneminde başlayan dikkatsizlik, yaşa uygun olmayan aşırı hareketlilik ve dürtüsellik olan nörogelişimsel bir bozukluktur  (APA 2013)

Hiperaktivite ve dürtüsellik, DEHB’nin bir diğer komponentidir. Hareketlilik, bir      çocuğun, gencin, ya da yetişkinin yaşından ve sosyal durumundan beklenenden çok daha fazla hareketli olmasıdır (Sevince, 2018) Hiperaktif çocuk akranlarına göre aşırı hareketlidir. Ancak kimi ortamlarda bunu göstermeyebilirler. Dürtüsellik ise, bireyin yeterince plan yapmadan harekete geçip, genellikle istenmeyen sonuçlara yol açan, kendisini ve çevresini zor durumda bırakabilecek, kısa vadede kişiyi rahatlatsa da uzun dönemdeki zararlarını düşünmeden yaptığı hareketler bütünüdür. (Tahiroğlu, 2003)

Çocuklarda yaygınlığı %3-7 arasında değişmektedir. Yaklaşık üçte iki oranında çocukluktan yetişkinliğe geçiş yaptığı düşünülmektedir (Wender 1995, Turgay 1998)

Bireylerin yaşlarının artışıyla birlikte öz kontrol ihtiyacının artmasından dolayı DEHB rahatsızlığının belirtileri daha fazla hissedilmektedir (Taylor ve Sonuga-Barke, 2008)

Biederman ve arkadaşları iki ayrı çalışmalarında DEHB’li çocukları 10 ve 11 yıl boyunca takip etmişlerdir. Onbir yıl sonunda DEHB’li çocukların %78’inde erişkinlikte de belirtilerin devam ettiği (%35 tamamen, %22 hastada ise kısmen DEHB’nin devam ettiği, %15’inde işlevsel bozukluğun devam ettiği, %6 hastada ise tedavi almaları nedeniyle remisyonda oldukları) bulunmuştur (Biederman ve diğ., 1993)

Jensen ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada DEHB tanısı konulan olguların sadece %33’ünün saf DEHB olduğunu, % 64’üne komorbid bir tanının var olduğunu saptamıştır. DEHB’li çocuklarda komorbid hastalıkların varlığı, DEHB semptomlarını ağırlaştırmakta ve tedavi arama sürecini hızlandırmaktadır (5)

DEHB’nin sosyal yaşamı etkilemesi, bireyin sosyal becerilerini etkileyen bir dizi faktörden kaynaklanır ve akademik literatürde geniş çapta incelenmiştir. Son yıllarda yapılan bir araştırmaya göre, ‘’ Çalışmaya katılan öğretmenlerden elde edilen bulgulara göre, ebeveynlerin birçoğu öğrencinin iletişim sorunu yaşamasından şikâyet etmektedir. Bunun dışında aşırı hareketli olmaları, ders çalışmamaları, çok konuşmaları, söz dinlememeleri, içe kapanık olmaları ve memnuniyetsiz olmaları gibi durumlardan şikâyetleri olduğu öğretmen görüşleri ile belirlenmiştir.’’ (Şimşek, Karataş 2019)

DEHB’nin Epidemiyolojisi

Amerikan Psikiyatri Birliği (APB) yayınlarında, dünya genelinde kabul gören verilere göre, okul çağındaki çocukların %3 ila %6’sının Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) yaşadığı belirtilmektedir. Bu bozukluk, erkek çocuklarda kızlara göre 4 ila 6 kat daha sık görülmektedir. Risk altındaki grup içerisinde ise en yüksek oranda, 6 ila 9 yaş arasındaki çocuklar bulunmaktadır. Belirtilerin genellikle 7 yaş öncesinde başladığı, ancak tanının genellikle ilkokul yıllarında konulduğu ve özellikle dikkat süresi ve yoğunlaşmanın arttığı dönemde fark edildiği belirtilmektedir. (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2007).

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), çocukluk döneminde başlayıp dikkatsizlik, hiperaktivite ve dürtüsellik gibi belirtilerle kendini gösteren yaygın bir psikiyatrik durumdur. Bu durum, dünya genelinde okul çağı çocuklarında farklı prevalans oranlarıyla rapor edilmiştir; yapılan çalışmalara göre bu oranlar %0.2 ila %27 arasında değişkenlik göstermektedir. Son yıllarda yapılan iki önemli meta-analiz çalışması, DEHB’nin dünya genelinde ortalama prevalansının %5.29 ile %5.9-7.1 arasında olduğunu ortaya koymuştur. Bu büyük farklılıkların, araştırmalarda kullanılan metodolojik özelliklerden kaynaklandığı belirlenmiştir. (Polanczyk et al., 2015).

DEHB’nin etyolojisi konusunda genetik, çevresel ve nörobiyolojik faktörler önemli roller oynamaktadır. Genetik çalışmalar, DEHB’nin aileler arasında yüksek oranda geçiş gösterdiğini ve çocuklarda DEHB riskini artıran belirli gen varyantlarını ortaya koymuştur. Çevresel faktörler arasında gebelik sırasında maruz kalınan toksinler, düşük doğum ağırlığı ve erken doğum gibi durumlar bulunurken; nörobiyolojik faktörler arasında beyindeki dopamin ve noradrenalin gibi nörotransmitterlerin dengesizliği yer almaktadır. Ayrıca, bazı araştırmalar beyindeki belirli yapıların hacmindeki farklılıkların da DEHB ile ilişkili olduğunu göstermiştir.

DEHB’nin görülme sıklığı cinsiyetlere göre de farklılık gösterir; çalışmalar genellikle erkek çocuklarda kızlara kıyasla daha yüksek prevalans oranları bildirmiştir. Bu durumun nedeni tam olarak açıklanamamakla birlikte, kızlarda daha sık görülen dikkatsizlik tipi DEHB’nin, erkeklere göre daha az dikkat çekici olması ve bu nedenle teşhis edilmesinin daha zor olması olabilir. (MMWR Mortal Wkly Rep, 2005; Polanczyk et al., 2007)

Türkiye’deki Özaslan ve Bilaç (2015) tarafından yapılan çalışmalar da DEHB’nin yaygınlığının uluslararası araştırmalara paralel olduğunu göstermiştir. Örneğin, bazı yerel çalışmalar DEHB prevalansını %1.27 ila %2.18 arasında bulmuştur. Bu çalışmalar, DEHB’nin ülkemizde de önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu ve erken tanı ile müdahalenin önemini vurgulamaktadır.

Şenol (1997) Gazi Üniversitesi’nde yayımlanmış uzmanlık tezine göre, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun (DEHB) yaygınlığı konusunda farklı sonuçlar sunmaktadır. İlköğretim yaş grubundaki çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda %3.4 ila %8.9 arasında değişen oranlar tespit edilmiştir. Örneğin, Erzurum’da %3.4, İstanbul’da %5, Bursa’da %8.6, Malatya’da %9.5 ve Sivas’ta %8.1 oranları bildirilmiştir. Klinik çalışmalarda ise bu oranlar %8.6 ile %12.5 arasında değişmektedir. Yapılan araştırmada %8.6, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ise %12.5 oranları rapor edilmiştir. (Aras, Tas, & Unlu, 2007).

Sonuç olarak, DEHB’nin epidemiyolojisi ve etyolojisi, genetik, çevresel ve nörobiyolojik faktörlerin karmaşık etkileşimini yansıtmaktadır. Bu durum, erken tanı ve etkili tedavi stratejilerinin geliştirilmesinde kritik öneme sahiptir. Bu alandaki araştırmaların devamı, DEHB’nin daha iyi anlaşılması ve etkili müdahale yöntemlerinin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır.

DEHB’nin Tarihçesi

1770 yılında, Rus Çariçesi Büyük Katerina’nın doktoru olan Melchior Adam Weikard, modern anlamda DEHB olarak tanımlanabilecek durumları içeren “dikkat eksikliği” kavramını tanımlayan bir tıp kitabı yazdı. Weikard’ın eseri, dikkat eksikliğini bir sağlık sorunu olarak tanımlayan ilk tıbbi metinlerden biri olarak kabul edilir ve bu, DEHB’nin tarihçesi açısından önemli bir kilometre taşıdır.

Sir Alexander Crichton, 1978’de yazdığı kitabında, DEHB’yi bir dikkat hastalığı olarak adlandırmış ve her izlenimin kişiyi tedirgin ettiği ona doğal olmayan derecede huzursuzluk verdiğinden bahsetmiştir. Ayrıca bu rahatsızlığa sahip kişilerin nörobiyolojik olarak da farklılıklarının olduğunu, onların nöronlarının kıpır kıpır olduğunu ifade etmiştir.

DEHB’nin tipik bulguları 1846 yılında Heinrich Hoffmann tarafından tanımlanmıştır. Hoffmann, daha sonra Frankfurt’ta ilk akıl hastanesini kurmuş olan bir Alman hekim, psikiyatrist ve yazardır. Hoffmann, DEHB’yi tanımlayan bu bulguları, çocuklar için yazdığı ve resimlediği “Struwwelpeter” (“Çirkin Peter”) adlı kitabında anlatmıştır. Kitap, çeşitli davranış sorunları ve ahlaki dersler içeren kısa hikayelerden oluşur. DEHB’nin belirtilerine en çok benzeyen hikaye, muhtemelen sürekli hareket halinde olan ve dikkati kolayca dağılan “Zappel-Philipp” (Hareketli Philipp) adlı karakterin hikayesidir. Heinrich Hoffmann’ın “Struwwelpeter”i, o dönem için oldukça yenilikçi bir yaklaşım sergileyerek, çocuk psikolojisi ve davranış bozukluklarına dair önemli gözlemler içerir. Hoffmann’ın bu eseri, DEHB’nin tarih öncesi olarak kabul edilebilecek dönemlerde bile gözlemlendiğinin ve tanımlandığının bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.

DEHB’nin tedavisi ve tanımı üzerine yapılan tartışmalar, uzun yıllar boyunca devam etmiş ve bu durum, özellikle ilaç kullanımı konusunda farklı görüşleri beraberinde getirmiştir. Ancak, DEHB’nin tarihsel arka planına bakıldığında, bu durumun çok daha eski zamanlardan itibaren bilindiği ve tanımlandığı görülebilir. George Still’in 1902 yılında yaptığı tanımlamalar, DEHB’nin modern anlamda ilaç tedavisinden çok önce var olduğunu ve ahlaki yargılarla değil, nörolojik ve davranışsal bir temele dayandığını göstermektedir.

George Still, çocuklarda gözlemlediği dikkat eksikliği, dürtüsellik ve aşırı hareketlilik gibi belirtileri, o dönemde “ahlaki kontrol eksikliği” olarak adlandırılan bir durumla ilişkilendirmişti. Still’in çalışmaları, DEHB’nin sadece modern toplumun bir ürünü olmadığını, aksine tarihin farklı dönemlerinde de var olan bir durum olduğunu ortaya koymaktadır. Still, bu durumun kötü ebeveynlik veya ahlaksızlığın bir sonucu değil, biyolojik olarak kalıtsal veya doğumda meydana gelen bir zedelenmeye bağlı olduğunu öne sürmüştür (Hallowell & Ratey, 2013)

1918’de dünya çapında yaşanan İspanyol Gribi pandemisi ve bunu takip eden ensefalit lethargica salgını, modern tıp tarihinde dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ile ilgili önemli gözlemlere yol açtı. Pandemi sonrası ensefalit vakalarında, George Still’in 1902’de tanımladığına benzer yıkıcı davranışlar, artan hareketlilik, duygusal değişiklikler ve dürtüsellik gözlemlendi. Bu dönemde, söz konusu belirtilerin ensefalite bağlı beyin sapı hasarı sonucu ortaya çıkan “organik dürtüsellik” ile ilişkilendirildiği belirtildi (Mahoney, 2005). 1940 ve 1950’li yıllarda, Strauss ve Lehtinen (1947) gibi araştırmacılar, bilişsel yetersizlik, dürtüsellik ve hareketlilik artışı gösteren olguları “Minimal Beyin Hasarı” (MBH) olarak adlandırdılar. Bu dönemde MBH, belirgin bir beyin hasarı göstermeyen çocuklardaki çeşitli nöropsikiyatrik belirtilerin bir nedeni olarak öne sürüldü.

1960’lı yıllara gelindiğinde ise, İngiliz araştırmacılar bu semptomların mutlaka organik bir hasardan kaynaklanmadığını ve “hasar” yerine “disfonksiyon” teriminin kullanılmasının daha uygun olabileceğini ileri sürdüler. Bu dönemde “Minimal Beyin Disfonksiyonu” (MBD) terimi yaygınlaştı ve bu tanımlama, çocuklarda gözlemlenen dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik semptomlarının altında yatan nörolojik bir disfonksiyon olduğu hipotezini güçlendirdi (Clements & Peters, 1962).

1970’ler ve 1980’ler boyunca DEHB üzerine ilgi artmış ve bu dönemde erişkin DEHB konusu literatüre girmiştir.1970’lerin sonlarında ve 1980’lerde yapılan çalışmalar, DEHB’nin daha davranışsal bir çerçevede tanımlanmasına yol açtı. Rutter (1982), belirli bir beyin hasarı veya disfonksiyonunun olmadığı durumlarda bile DEHB belirtilerinin gözlenebileceğini belirterek, bozukluğu davranışsal olarak tanımladı. Bu dönemde DEHB, sadece çocukluk çağında değil, yetişkinlikte de süregelen bir bozukluk olarak kabul edilmeye başlandı.

DSM-II (1968) ile başlayan bilimsel sınıflandırmalar, DEHB’nin tanı kriterlerini ve adlandırılmasını zaman içinde evrimleştirdi. “Çocukluk Çağının Hiperkinetik Reaksiyonu” olarak adlandırılan DEHB, DSM-III (1980) ile “Dikkat Eksikliği Bozukluğu” adını aldı ve hiperaktivite ile eşlik eden ve etmeyen iki alt tip tanımlandı. DSM-III-R, DSM-IV ve son olarak DSM-5 ile DEHB, nörogelişimsel bozukluklar kategorisine dahil edildi ve tanı kriterleri, başlangıç yaşı, semptomların ortaya çıkışı ve yaşamın farklı dönemlerindeki gösterim şekilleri açısından detaylandırıldı (American Psychiatric Association, 2013).

1990’lı yıllardan itibaren, DEHB üzerine yapılan araştırmaların sayısı artmış ve bu bozukluğun anlaşılması ve tedavisi üzerine önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Özellikle beyin görüntüleme çalışmaları, DEHB’nin beyindeki çeşitli bölgelerin işleyişiyle ilişkili olduğunu ve tek bir etkenin sonucu olmadığını göstermiştir (Ercan, 2015).

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) ile ilgili patofizyolojik anlayış, geçmişten günümüze önemli bir evrim geçirmiştir. İlk dönemlerde, DEHB’nin etiyolojisi tek bir beyin bölgesindeki lokalize hasara atfedilmiş ve bu durum “minimal beyin hasarı” olarak adlandırılmıştır. Ancak, ilerleyen yıllarda yapılan gelişmiş beyin görüntüleme çalışmaları, DEHB’nin beyindeki birden fazla bölgenin ve bu bölgeler arasındaki ağların işleyişindeki genel bir disfonksiyondan kaynaklandığını ortaya koymuştur. Bu bulgular, DEHB’nin anlaşılmasında ve tedavi yaklaşımlarında paradigmaları değiştirmiştir. Günümüzde, DEHB’nin nörogelişimsel bir bozukluk olarak tanımlanması, beyin yapısı ve işlevselliğindeki karmaşık değişiklikleri dikkate alır şekilde evrilmiştir (Şahin, 2009). Bu, DEHB’nin sadece belirli bir hasardan değil, aynı zamanda bilişsel işlevlerin koordinasyonundan sorumlu beyin ağlarının geniş çaplı işleyiş bozukluklarından kaynaklanabileceğine dair kapsamlı bir bakış açısını yansıtmaktadır.

 

 

DEHB’nin Tanı Kriterleri

DEHB tanısını koymak için çeşitli tanı ölçütleri ortaya konmuştur. Bunlardan en önemlisi olan DEHB için DSM-IV-TR ölçütleri aşağıda listelenmiştir. Tanı için dikkat eksikliği veya hiperaktivite/dürtüsellik alanlarında yer alan 9 belirtiden 6 belirtinin karşılanması gerekmektedir. Birleşik tip DEHB tanısı konulması için her iki alandan en az 6 belirtinin bulunması zorunludur. Dikkat eksikliğinin baskın olduğu ya da hiperaktivite/dürtüselliğin baskın olduğu tip DEHB tanısı konulması için bu belirtilerden en az 6 belirtinin bulunması gereklidir. Tanı konulabilmesi için belirtiler en az 6 aydan beri devam etmeli ve belirgin işlev kaybına yol açıyor olmalıdır.

Belirtilerin şiddetinin nasıl değerlendirileceği çok açık değildir, birçok belirtinin “sıklıkla” olması gereklidir ancak bu sıklıkla teriminden ne kastedildiği tam olarak belli değildir. İşlev kaybı için sosyal, akademik ve diğer işlev alanları göz önüne alınmalıdır. Bir diğer tanı ölçütü belirtilerin birden fazla ortamda (ev, okul gibi) olması gerektiğidir, bu durum belirtilerin belli bir yaygınlık göstermesi gerektiğine işaret etmektedir. Gerçekten de sadece bir ortamda olan dikkat eksikliği ve davranım sorunları prognoz açısından birden fazla ortamda yaygınlık gösteren belirtiler kadar önemli değildir.

DEHB’nun bir erişkin bozukluğu olarak geçerliliğine yönelik önemli sayıda literatür bulunsa da, tanı ölçütlerinin geçerliliğine fazla dikkat gösterilmemiştir. DSM-IV-TR tanı ölçütlerinin deneysel olarak geçerli olduğu gösterilmiştir. Ancak DSM-IV DEHB alan çalışmaları sadece çocuklar üzerinde yapılmıştır. 20 Erişkinlerdeki DEHB ölçütleri için büyük ölçekli alan çalışmaları yapılmamıştır (Hechtman ve McGough, 2007).

Tablo 1. DEHB DSM-IV tanı ölçütleri (Amerikan Psikiyatri Birliği 1994)

  1. Aşağıdakilerden (1) ya da (2) vardır:

(1) Aşağıdaki dikkatsizlik semptomlarından altısı (ya da daha fazlası) en az altı ay süreyle uyumsuzluk doğurucu ve gelişim düzeyiyle uyumsuz bir derecede sürmüştür:   Dikkatsizlik

  1. Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremez ya da okul ödevlerinde, işlerinde ya da diğer etkinliklerinde dikkatsizce hatalar yapar.
  2. Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde ya da oynadığı oyunlarda dikkati dağılır. c. Doğrudan kendisiyle konuşulduğunda çoğu zaman dinlemiyormuş gibi görünür.
  3. Çoğu zaman yönergeleri izleyemez ve okul ödevlerini, ufak tefek işleri ya da iş yerindeki görevlerini tamamlayamaz (karşıt olma bozukluğuna ya da yönergeleri anlayamamaya bağlı değildir).
  4. Çoğu zaman üzerine aldığı görevleri ve etkinlikleri düzenlemede zorluk çeker.
  5. Çoğu zaman sürekli zihinsel çaba gerektiren görevlerden kaçınır, bunları sevmez ya da bunlarda yer almada isteksizdir.
  6. Çoğu zaman üzerine aldığı görevler ya da etkinlikler için gerekli olan şeyleri kaybeder (örneğin; oyuncaklar, okul ödevleri, kalemler, kitaplar ya da araç gereçler).
  7. Çoğu zaman dikkati dış uyaranlarla kolaylıkla dağılır.
  8. Günlük etkinliklerinde çoğu zaman unutkandır.

(2) Aşağıdaki hiperaktivite-dürtüsellik semptomlarından altısı (ya da daha fazlası) en az altı ay süreyle uyumsuzluk doğurucu ve gelişim düzeyine aykırı bir derecede sürmüştür:

Hiperaktivite

  1. Çoğu zaman elleri, ayakları kıpır kıpırdır ya da oturduğu yerde kıpırdanıp durur.
  2. Çoğu zaman sınıfta ya da oturması beklenen diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar.
  3. Çoğu zaman uygunsuz olan durumlarda koşuşturup durur ya da tırmanır (ergenlerde ya da erişkinlerde öznel huzursuzluk duyguları ile sınırlı olabilir).
  4. Çoğu zaman sakin bir biçimde boş zamanları geçirme etkinliklerine katılma ya da oyun oynama zorluğu vardır.
  5. Çoğu zaman hareket halindedir ya da bir motor tarafından sürülüyormuş gibi davranır.
  6. Çoğu zaman çok konuşur.

Dürtüsellik

  1. Çoğu zaman sorulan soru tamamlanmadan önce cevabı yapıştırır.
  2. Çoğu zaman sırasını bekleme güçlüğü vardır.
  3. Çoğu zaman başkalarının sözünü keser ya da yaptıklarının arasına girer (örneğin; başkalarının oyunlarına ya da konuşmalarına burnunu sokar).
  4. Bozulmaya yol açmış olan bazı hiperaktif-dürtüsel semptomlar ya da dikkatsizlik semptomları yedi yaşından önce de vardır.
  5. İki ya da daha fazla ortamda semptomlardan kaynaklanan bir bozulma vardır [örneğin; okulda (ya da işte) ve evde].
  6. Toplumsal, okul ya da mesleki işlevsellikte klinik açıdan belirgin bir bozulma olduğunun açık kanıtları bulunmalıdır.
  7. Bu semptomlar sadece bir yaygın gelişimsel bozukluk, şizofreni ya da diğer bir psikotik bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır ve başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz (örneğin; duygudurum bozukluğu, anksiyete bozukluğu, dissosiyatif bozukluk ya da kişilik bozukluğu).

Alt tipler ise şöyle tanımlanmaktadır:

Dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu-bileşik tip: Son altı ay boyunca hem A1 hem de A2 tanı ölçütleri karşılanmıştır.

Dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu-dikkatsizliğin ön planda olduğu tip: Son altı ay boyunca A1 tanı ölçütü karşılanmış ancak A2 tanı ölçütü karşılanmamıştır.

Dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu-hiperaktivite ve dürtüselliğin ön planda olduğu tip: Son altı ay boyunca A2 tanı ölçütü karşılanmış ancak A1 tanı ölçütü karşılanmamıştır (Yalnızoğlu, vd., 2004).

Tablo 3: Yetişkinlerde Dikkat Eksikliği Bozukluğu Teşhis Kriterleri B. Aşağıdakilerden en az 15 tanesinde kronik bir bozukluk var olması:

  1. Yetersiz başarı, hedeflere ulaşamama (kişinin aslında nekadarını başarı elde etmiş olduğuna aldırmaksızın) hissi.
  2. Organize olmakta zorluk. 3. İşe başlamada kronik gecikme yada zorluk.
  3. Aynı anda devam eden pekçok proje; sonunu getirmekte zorluk yaşamak.
  4. Zamanlamayı ya da düşüncenin uygunsuzluğunu göz önünde bulundurmaksızın, aklına geleni söyleme eğilimi.
  5. Devamlı olarak aşırı uyarılma arayışı.
  6. Can sıkıntısına tahammül edememe
  7. Kolayca dikkat dağlması, dikkati odaklamada zorluk, bir sayfanın yada konuşmanın ortasında kopma ya da dış dünyayla bağlantıyı kesme eğilimi; bunlara kimi zaman hiperodaklanma yeteneğinin de eşlik etmesi. DEB’nin ayırıcı özelliğidir. ‘’Kopma’’ oldukça istemsizdir.
  8. Sıkça yaratıcı, sezgisel, son derece zeki olma.
  9. Kurulu kanalları gözden geçirmede, ‘’uygun’’ prosedürü takipte zorluk.
  10. Sabırsız; düş kırıklığı karşısında düşük tolerans.
  11. Para harcamada, plan değiştirmede, yeni tasarı yada kariyer planları yürürlüğe koymakta vb.dürtüsellik, sözel yada hareket olarak da dürtüsel olma.
  12. Gereksiz yere endişelenme eğilimi.
  13. Güvensizlik hissi
  14. Ruh halinin çalkantılı olması, hızlı değişen ruh hali.
  15. Huzursuzluk; bir çocukta görülebilecek tamamen gelişmiş hiper-aktivite bir yetişkinde genellikle görülmeyebilir. Bunun yerine, ‘’asabi enerjiye’’ benzeyen birşey görülebilir.
  16. Bağımlı davranışa eğilim
  17. Öz saygıya dair kronik problemler
  18. Hatalı öz-gözlem
  19. DEB, manik-depresif rahatsızlık, depresyon, madde bağımlılığı ya da dürtü veya ruh hali denetimine dair diğer bozuklukların aile geçmişi.
  20. DEB’nin çocukluk geçmişi.(resmi olarak teşhis edilmemiş olabilir, ancak geçmişe bakıldığında belirti ve semptomlar orada olmalıdır.)
  21. Diğer medical yada psikiyatrik koşullar tarafından açıklanamayan durum

1.1.4 DEHB Tedavi Yaklaşımları

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), çocukluk döneminden erişkinliğe uzanan ve bireyin sosyal, akademik ve iş yaşamını derinden etkileyebilen nörogelişimsel bir bozukluktur. DEHB’nin etkileri, çocukluk döneminde yeterince tanı ve tedavi edilmediğinde, yetişkinlik döneminde daha belirgin sosyal ve mesleki işlevsellik sorunlarına yol açabilmektedir.; erken tanı ve müdahale, DEHB’nin yol açabileceği uzun vadeli komplikasyonların önlenmesinde hayati öneme sahiptir. DEHB tanısının konulması, geniş kapsamlı bir değerlendirme sürecini gerektirir. Bu süreç, bireyin sağlık geçmişi, davranışsal gözlemler, standartlaştırılmış ölçüm araçları, nöropsikolojik testler ve gerekirse ek tıbbi değerlendirmelerin bir araya getirilmesini içerir. İlk adım olarak, bireyin ve ailesinin psikiyatrik öyküsü detaylı bir şekilde incelenir. Ardından, bireyin davranışları ve sosyal etkileşimleri gözlemlenir ve raporlanır. Standartlaştırılmış değerlendirme araçları ile bireyin semptomlarının şiddeti ve yaygınlığı objektif bir şekilde ölçülür. Nöropsikolojik testler aracılığıyla, dikkat, hafıza, yürütücü işlevler gibi bilişsel beceriler değerlendirilir. . Özgül olarak, Conners’ın Ebeveyn ve Öğretmen Derecelendirme Ölçekleri, Vanderbilt DEHB Değerlendirme Ölçekleri gibi standartlaştırılmış araçlar ve çeşitli nöropsikolojik testler tanıda yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu sürecin sonunda, bireyin DEHB semptomları gösterip göstermediği ve bu semptomların başka bir sağlık sorunundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı belirlenir. Tanı süreci multidisipliner bir yaklaşım gerektirir ve çocuk psikiyatristleri, psikologlar, pedagoglar ve diğer uzmanların iş birliği içinde yürütülür.

DEHB’nin çocuklukta fark edilmemesi ve tedavi edilmemesi, Abalı (2012) tarafından detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Tedavi edilmeyen DEHB’nin bireylerde özgüven eksikliği, akademik başarısızlık, sosyal ilişkilerde bozulma, aile içi ilişkilerde gerginlik gibi pek çok olumsuz sonuca yol açabileceği belirtilmiştir. Özellikle akademik ve sosyal başarıya direkt etki eden bu bozukluk, bireyin yaşam kalitesini ve gelecekteki mesleki başarısını ciddi şekilde risk altına alabilir.

Tedavi yöntemleri arasında, ilaç tedavisi ön plana çıkmaktadır. Metilfenidat etken maddeli ilaçlar (Ritalin, Concerta) ve Atomoksetin gibi alternatif ilaçlar, DEHB’nin semptomlarının yönetilmesinde kullanılmaktadır (Abalı, 2012). Ancak, ilaç tedavisi tek başına yeterli olmayabilir. İlaç tedavisine ek olarak bireysel veya grup terapisi, davranışsal stratejiler ve eğitsel destekler de önem taşımaktadır.

Erken müdahale, DEHB’li çocuk ve gençlerde eş tanıların oluşumunu ve diğer olumsuz sonuçları önlemede önemli bir role sahiptir. Anne-baba eğitim programları (ABEP) ve davranışçı terapiler, DEHB’li okul öncesi çocuklar için önerilen ilk müdahale yöntemleri arasında yer alır. Bu yöntemler, çeşitli bağımsız kuruluşlarca desteklenmektedir.

Erişkin dönemde DEHB yönetimi, çocukluk dönemine göre daha karmaşık bir yaklaşım gerektirir. Erişkinlerde DEHB, iş hayatındaki performans, sosyal ilişkiler ve özsaygı üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Erişkin DEHB’si olan bireylerde, sıklıkla psikiyatrik eş tanıların (anksiyete bozuklukları, depresyon, madde kullanımı gibi) görüldüğü bilinmektedir. Etkili bir tedavi planı için multidisipliner bir yaklaşım gereklidir. İlaç tedavisi, semptomların kontrol altına alınmasında önemli bir role sahipken, psikoterapi ve davranışsal müdahaleler, bireyin yaşam becerilerini geliştirmesine yardımcı olur.

Sonuç olarak, DEHB’nin her yaştaki bireyler için ciddi bir sağlık sorunu olduğu, ancak erken tanı ve etkin tedavi yöntemleriyle yönetilebileceği vurgulanmalıdır. DEHB’nin tanı ve tedavisinde, bireysel farklılıkların göz önünde bulundurulması ve her bireye özgü tedavi planlarının oluşturulması gerektiği unutulmamalıdır. Bu süreçte, multidisipliner bir yaklaşım ve bireyin tedavi sürecine aktif katılımı, başarı şansını artırır (Abalı, 2012; Anonim, 2015).

Mesaj göndermek için tıklayınız.
1
Online Terapi Tıklayınız!
Scan the code
Merhaba,
Bize buradan ulaşabilirsiniz