Doğayı seyretmeyi sevenler bilirler, doğadaki her canlı ve cansız madde, varoluşsal serüvenleri boyunca çeşitli gelişim aşamalarından geçerler. Bu serüvene ilk adım atan her varlık başlangıçta daha pasif ,kırılgan ve dışa bağımlı iken zamana bağlı olarak, elde ettiği deneyimlerle güçlenir en nihayetinde tekil varlığını sürdürebilecek olgunlağa erişerek üreme ve çoğalma aşamasına geçer, neslininin devamını sağlamaya ve üretken olmaya yönelik dürtülerle çevresini şekillendirir. Bu değişim serüvenindeki her canlı bulunduğu aşamadan bir üst gelişimsel aşamaya geçerken, ondan once bu aşamaları tamamlamış daha güçlü olan en yakın modeli gözlemler ve bu gözlemleriyle elde ettiği davranış, duygulanım, konuşmayı öğrenme, yemek yemeyi öğrenme, oturmayı öğenme, örf adetler gibi verileri taklit ederek kendi bünyesinde toplayarak ait olduğu grubun bir parçası olarak kültürlenme sürecini tamamlar.
Mesela bir fil yavrusunu düşünün, fil yavrusu doğduğu andan itibaren yürümeyi, yemek yemeyi, hortumuyla su içmeyi, çevredeki tehlikeleri ayırt edebilmeyi çevresinde bulunan ilk yetişkin model olan annesini gözlemleyerek taklit yollu öğrenir. Aslında genetik olarak genlerinde var olan kendi cinsine ait dürtüleri ve kodları çevresini gözlemlemesi sayesinde taklit ettiği davranışlarla açığa çıkar, sosyal çevre ve biyolojik rezerv yapbozun parçaları gibi birbirlerini tamamlayarak organizmanın varoluşsal kabiliyetinin açığa çıkmasını sağlar, bu yönüyle canlı organizmanın varoluş şeması oluşurken biyolojik, sosyolojik ve psikolojik yapılar birbiriyle etkileşim halinde çalışır. Yani yavru fil biyolojik donanım olarak büyük bir ayağa, uzun bir hortuma sahiptir ancak bu uzuvlarını, çevresini gözlemleyerek ve dürtülerinin bu gözlem sonucunda açığa çıkmasını sağlayak fil olarak yaşamayı öğrenir. Bu örneği diğer canlılara genişleterek de örneklerini çoğaltmak mümkün.
Yukarıdaki insan dışı bir canlıyı örnek alarak anlatıklarımızı birde insan formu üzerinden düşünelim. Insan anne rahmine düştüğü andan itibaren gelişimsel süreçlerine başlamış olur. Bu noktada doğrudan annesine bağımlı olan insan organizması ilk kazanımlarını almaya başlar. Annesinin beslendikleriyle beslenir, anne alkol-sigara içiyorsa bundan olumsuz etkilenir, ebeveynlerinin ikisinden de aldığı genetik özellikleriyle uzuvları şekillenir, hatta fetusun duyu organlarının da gelişmesine bağlı olarak dış sesleri algılar hale gelir, mesela anne babasının kavga ederken çıkan öfkeli sesleri dahi işitir, bu nedenle insan rahme düştüğü andan itibaren sosyalleşmesini sağlayacak verileri alır haldedir, annesinin yemek yeme tarzı, dış ortamdan gelen sesler, gebelik süresince anneye uygulanan geleneksel uygulamalar gibi birçok açıdan doğacağı toplumun ilk kazanımlarını almaya başlar, bununla birlikte genetik etkenlerinde devrede olduğunu düşünürsek insanın şekillenmesi doğumdan once çoktan başlamış gibi gözüküyor.
Tüm bu saydıklarımızla beraber bu konu hakkında çok daha fazla şey anlatmak mümkün ancak şu nokta çok önemli ki çocuk doğduktan sonra yaş almaya başlatılır ya aslında bir insanın anne karnında geçirdiği 9 ayı da her yönüyle yani biyolojik-psikolojik-sosyolojik etkilere maruz kaldığı için bir yaşlanma evresidir, bu nedenle bence bütün doğan çocukları 9 aylık olarak düşünmeli doğduktan sonraki yaşlanmasını bu 9 ayı da ekleyerek yapılması gerekir. Aslında 1 aylık olduğunu düşündüğünüz çocuğunuz 10 aylık bir süredir gelişim halinde ve gerçek yaşınında bu olması gerekir.
Yukarıda bir insanın anne karnındaki serüvenini çok özet şekilde anlattık, ebeveynlik rolünün çocuk rahime düştüğü andan itibaren başladığını gördük. Asıl serüven çocuk dünyaya geldiği andan itibaren başlıyor şüphesiz. Sırasıyla yaşayacağı gelişimsel evreler olan, bu evreler kendi içinde de ayrılmaktadır, anne karnı, bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik, orta yaşlılık, yaşlılık ve en nihayetinde ölüm ve göreceli olarak ölüm sonrası. Insan tüm bu evrelerde gelişmeye ve başkalaşmaya devam eder, insan hayatı boyunca idealize insana yaklaşabilmek için başkalaşır, bu başkalaşım en gözlenir boyutta psikolojik ve biyolojik açılardan olur ve bu iki alan birbiriyle bağlantılı olarak hareket eder. Bir insan ömrü boyunca geçirdiği aşamaları ilk olarak bütün insanların yaşadığı ortak gelişim aşamaları olarak yaşar daha sonra bireysel yani psikolojik olgunlaşma aşamalarını yaşar, ve ölümüyle birlikte bu gelişim aşamalarını genetik ve kültürel olarak kendisinden sonraki nesillere aktarır ve bu böyle dünyanın sonuna kadar devam eder gider.
Her insanın yaşadığı bu süreçlerin başlangıcı olan bebeklik ve çocukluk dönemi en önemli süreçtir. Çünkü insan bu aşamadayken her alanda ebeveynlerine bağımlıdır, onları gözlemleyerek hayat imajını, benliğini, kendisine-çevresine- dünya olaylarına tutumları şekillenir. Ve taklit yollu öğrenmeler insanın kişiliğini yani kendisini tanımladığı değerlerin oluşmasını sağlar.dış dünyaya açılabildiği gençlik ve yetişkinlik döneminde gözlemledikleride onu şekillendirecektir, ancak temelde hep en pasif olduğu çocukluk dönemi kazanımları rol oynayacaktır,artık o hayata bakarken görünmez bir gözlüğe sahip olacaktır, taki ki o gözlüğü fark edip atana kadar sade o camın arkasından hayata bakacaktır. Basit bir örnekle anlatmak gerekirse, bugün müslüman olarak yetişmiş böyle bir ail eve toplumda kültürlenmiş bir kişiye, en açık görüşlü kişiler dahi, hadi bundan sonra sen kurbanlarda inek kesme hatta ineğe tap desek kişi büyük direnç gösterecektir. Ancak dünyanın başka bir yerinde başka kültürlenme yaşayan birisi mesela hindistanda ineğe tapan insanlar gibi aynı şekilde onlarada hadi bundan sonra sen ineğe tapma hatta bunu kurban olarak kes desek oda aynı şekilde bu sözlerimize büyük tepki verecektir. Bu iki örnekte de görüldüğü üzere kültürlenme o kadar güçlü bir etkendir ki aynı dünyada yaşayan farklı iki insanın birbirinden tamamen uç bir yaşantı sürebilmesini sağlayabilmektedir. Bu iki uç kutbun oluştuğu aşamada bebeklik ve çocukluk dönemidir, bu dönemde insanların bundan sonraki hayatını şekillendirecek özllikleri şekillenir çünkü insan bu aşamada pasiftir söz hakkı yoktur ve bilinç- bilinç altı duygulanmalarının, davranışlarının, tutumlarının kaynağı hep bu dönemde oluşur.
Hatta insanların yetişkinlik çağında yaşayacağı psikolojik problemlerin kaynağı da bu dönemdir. Basit bir örnekle anlatmak gerekirse; bebeklik- çocukluk dönemininde kaotik bir aile ortamında büyüyen, tutarsız anne baba davranışlarına maruz kalan (bir gün dövüp ertesi gün elinde çikolata ile gelen baba figure), hor görülen, küçümsenen, başarılarının görmezlikten geleninen bir çocuk yetişkinlik çağında pasif, içe kapanık, korkak bir kişilik gelişterecektir, hatta anne babası onun bu halini görüp neden bölesin yaşıtlarına baksana gezip tozuyolar, başarılılarar, bi sürü arkadaşları var diyip bird aha önü eliştirceklerdir, çocukda dönüp be gavat bunun sebebi sizsiniz diyemeyecek kadar anne babaya saygısızlık edilmemesi gerektiği öğrenmesiyle içine atacaktır ve bastırılmış duygularla büyüyen bir girdabın içinde yitirilmiş bir hayat yaşayacaktır. Aslında kaynağı en masum ve pasif olduğu çocukluk döneminden kaynaklanmaktadır. Yetişkinlik çağında ne yaşarsa yaşasın yetişkinlik kazanımları sayesinde belki bunlarla başeebilecektir ama ilk evrelerdeki yaşantılar olumlu yada olumsuz varlığını hayat boyu hisetirecektir. Taki iyi bir psikoterapistle tanışıp bilinçaltısı ile yüzleşene kadar. Aslında nekadar önemli bir varoluşsal kaos yaratıyor değilmi bu çocuklukta yaşanılanlar. Ve en acısıda bizim toplumuzdaki anne babalar bunlardan bir haber anlatsan bana masal anlatma deyip geçeceklerdir ama hep sizing suçunuz kendini mükemmel zanneden sevgili anne babalar, günahkarsınız, kendi öz çocuklarınıza neler yaptığınızı bilseniz, onların ruhlarında açtığınız yaraları bilseniz, ve bilseniz ki hiç bir ibadetin size bu günahtan temizlemeyeceğini bilseniz birdaha çocuk yapmaya tövbe ederdiniz. Ama siz kendi zihininizde yarattığınız o toz pembe dünyayı yaşamaya devam edin, devam edin çevrenize mükemmel anne baba rolleri kesmeye ama bazıları benim gibiler sizin günahlarınızın farkındayız. Farkındayım ki Hitlerin milyonlarca sabuna çevirdiği insanın asıl katilleri hitler değil, onu yetiştiren hastalıklı anne babası, kültürlendiği hastalıklı toplumu ve lanet olası mükemmel diye dayatılan değer yargıları, ve genetic ve kader, system, ilahi kanunlar, yani insanın kendi kontrolünde olmayan bir çok etmen. Size sesleniyorum hey insanlık beni günahkar ilan etmeyin, ayıplamayın, ben yapmadım, ben tamamen masumum, ben asla böyle olsun istemezdim, isteklerimi şekilendiren anne babama kızın, içinde yaşadığım hastalıklı dünyaya kızın asıl siz.
Bi Nefes Psikolojik Danışmanlık Merkezi
Uzman Klinik Psikolog/ Psikoterapist Osman İLHAN